9
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
938
Okunma
Çok yakın bir arkadaşımın annesi, hep derdi ki, “ Bir şeyin olmasından korkarsan, onu çağırırsın “.
En büyük korkusu, kendisi hayattayken, evlat acısı yaşamaktı. Oğlunu kaybetti.
İnsan, her türlü acı ile başa çıkabilir. Ama evlat acısı ile yaşamak, korkunç bir şey olmalı. Allah, hiçbir kuluna bu acıyı yaşatmasın.
Ölmek, doğmak kadar doğal bir olgudur. İnsan yaşamının başlangıcı doğum, sonu da ölüm olarak isimlendirilir. Doğumumuz, isteğimiz dışında gelişen bir eylemdir. Tanrı’nın takdiri ile yeryüzüne geliriz. İlk çığlımızı attığımız andan itibaren de bize verilen bir armağanı, yaşamaya başlarız.
Ölüm, aynı doğum gibi, bir takdirdir. Ölüm’ün Tanrı’nın takdiri dışında, bir başka kişi tarafından, gerçekleştirilmesi eylemi cinayettir. Tanrı’nın verdiği canı almak, hiçbir kul’un hakkı değildir. Hatta, kişinin kendisinin bile değildir, olmamalıdır. Bu eylemi gerçekleştiren kişi de, katildir.
Fiilin ve failin hiçbir savunması yapılamaz, hiçbir mazereti olamaz. Haklı görülemez.
Ecel, geleceği önceden bilinmeyen, kestirilemeyen, düşünülmeyen tek misafiri yaşamımızın.
Yaşam kurgularımızın, hayallerimizin, planlarımızın içine dahil etmediğimiz, tek seçenek.
Ama geliyor. Ya kendiliğinden, ya da birini, bir olayı kullanıyor, aracı olarak.
Bütün bu söylemlere rağmen, birinin, birisini öldürme isteğini, anlayabilirim.
Hadi dürüst olalım. Hepimizin etrafında, bu duyguyu yaşatan, birileri vardır.
“ İndiriversem kafasına, bir sopa “ dediğimiz, kişi veya kişiler, vardır mutlaka.
Ya da çok öfkelendiğimiz bir anda “ Ya sabır “ çekip, kendimizi kötü bir eyleme girmekten alıkoyduğumuz, on’a kadar sayıp, sakinleşme sürecini yaşadığımız, çok olmuştur.
“Olmadı, olmaz, ben böyle hiç hissetmedim, hissetmem” demeyin.
Araba kullanıyorsanız, yalan söylüyorsunuz demektir.
Çalışansanız, yalan söylüyorsunuz demektir.
Hatta evliyseniz, yine yalan söylüyorsunuz demektir.
Şehirde yaşıyorsanız, külliyen yalancısınız demektir.
Bizler, toplum olarak, kolay anlaşılır insanlar değiliz. Her özelliğimizi bir yana bıraksak ta göz ardı edemeyeceğimiz, en duygusal yanımız, kahraman yaratmaktaki becerimizdir.
Kahramanlarımızı da, genellikle, öldürülenler arasından seçeriz. “Toplum olarak, böyle bir zaafımız var “diye, düşünüyorum. Tanıyor muyuz, daha önce ismini duyduk mu, kişi hakkında bilgimiz nedir? Bizler için, hiç önemli değildir. Kişinin öldürülmüş olması, bizim için yeterlidir. Hele bir de etrafımızda, birkaç kişi, maktulü tanıyorsa, bizim için olay bitmiştir. Hemen bir topluluk oluşturur, olayı kınamaya koşarız. Kendimizi maktul ile o kadar özdeşleştiririz ki, dilini, dinini benimseyiveririz.
Hemen aklıma geliveren örnek; Hrant Dink cinayeti. Ben, affınıza sığınarak söylüyorum ki, öldürülünceye kadar, kişiyi tanımıyordum. Hala da tanımıyorum. İsmini bile duymuşluğum yoktu. Ne kendisinin, ne de Agos gazetesinin. Cahillikse, ki sanıyorum öyle, binlerce insan tanıyıp ben tanımıyorsam, bu cahilliktir, suçu tamamen bana aittir. Dürüstçe söylemem gerekirse, maktule Tanrı’dan rahmet, ailesine sabır diledikten sonra, kendi adıma, olayı kapattım. Bir cinayete kurban gitmesi, yaşam hakkının elinden alınması, dışında tepkimi çekecek bir durum göremedim.
Ölümler, toplumlar üzerinde, değişik tepkilere yol açar. Tepkilerin yönlenmesi, genellikle, toplumun içinde bulunduğu psikolojik durumla, ilintilidir. Hatta bu konuda, görsel ve yazılı basının payı, inkâr edilemeyecek kadar, büyüktür. Medya isterse, bir ölümden, binlerce trajedi üretebilir. Ya da bunun tam tersi, şaşıracağınız boyutta, nefret doğurabilir.
Münevver Karabulut cinayetinin, toplum tepkisi açısından, mükemmel bir örnek olduğu düşüncesindeyim. Son aylarda işlenen, bu şekil cinayetlerin, halk üzerinde yarattığı öfke duygusunun, toplumsal bir eyleme dönüşmesine, en güzel örnek.
Bu cinayet, beni çok etkilemiş ve günlerce düşünmeme sebep olmuştu. Suçlunun ailesi, beni çok tedirgin etmişti, en başından itibaren.
Hadi, bunu empati ( bu sözü çıkarandan da Allah razı olsun. Eskiden yerine ne kullanıyorduk acaba? ) yaparak, birlikte, düşünelim.
Oğlum / kızım la arabadayız. Ehliyeti yok / var. Arabayı o kullanıyor. Dikkatsizlik / panik / acemilik sonucu bir canlıya çarptı. Çarptığı kişi yaralandı / ağır yaralandı / öldü.
Ne yaparız?
Ben olarak, yanıt verirsem:
“ Arabayı, ben kullanıyordum “ derim.
İçgüdüsel olarak vereceğim ilk tepki, bu dur. Koruma duygusu.
Bir ebeveynin en doğal duygusudur, çocuğunu korumak.
Ebeveyn, hangi durumlarda böyle bir eylem içine girmez?
Eğer, çocuğu bunu sürekli hale getirmişse.
Eğer, kasti ve bilerek birilerinin canını yakma eylemi içindeyse.
Eğer, toplum içinde yaşaması, toplumun diğer bireyleri için, tehlike oluşturmaya başlamışsa.
Eğer, toplumdan uzaklaştırılması gerekiyorsa.
Eğer, bir şekilde kontrolden çıkmışsa.
Her ne kadar bizim çocuğumuz olsa da yanlış, yanlıştır. Çok zor olduğunu tahmin ediyorum ama yapılması gereken, yapılmalıdır.
Bu aile de işte bu beni çok rahatsız etti. Ebeveyn olarak yer almadılar, çocuklarının yanında. Sanki “ Öf ya, yine mi? “ der gibi bir tavır içindeydiler.
Duygusuz, yüzeysel, maddi.
Sanki hep bir şeyler oluyor, onlar da bunu, ört bas etmek zorunda kalıyorlar gibi.
Yani, anlatabiliyor muyum? Ya da anlatmak istediğim duyguyu, yakalatabildim mi, size de?
Bir şey eksik.
Çok önemli bir şey.
Duygu.
Zaten eksik olan şey, duygu olduğunda, böylesi zorlaşmaz mı, kelimeler ve ölümler?
Eser Aslanlı
izmir