9
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
775
Okunma
Ömür tükendi yürürken, hedefse kayboluyor,
Ne dönme beklenir artık, ne başka yol sorulur.
Avunmamız bile mümkün değil hayaliyle,
Bizim o eski diyarlarda bağ bozulur.
Evet, arkadaşlıklar da karakterlerin benzerliğine, dünya görüşlerinin uyuşmasına göre doğaçlama safını buluyordu.
Birol ve Suzan’ın üst komşuları, henüz hoş geldine gelmemiştiler. Birol, komşuları ile yaklaşan Ramazan Bayramında tanışmayı planlıyordu.
Her duyduğun gülüşün yok sevinçten haberi.
İlk insanın cennetten çıktığı günden beri
Kaplamış yeryüzünü baştanbaşa garipler.
Karı-koca yapa yalınız yaşıyorlardı. Çok akrabaları vardı ama bu aralar kimsesizdiler. Karısına işlerin nasıl durduğunu ve lokantayı kapatmaları gerektiğini yaşlı gözlerle anlattı. 50 yaşında ve en mutlu olması gereken çağdaydı.
Aslında çevresinde itibarlı birsiydi üç beş yıl öncesine kadar. Büyük ekonomik kriz, ağır vergi ve kiralar ile maliyetlerin artması işini sarsmış, kayıtlı ve kayıtsız borç batağına sokmuştu. Kendisi zarar ederken karşısına acılan cafe ve lokantalara da çok bozuluyordu. Birlikte batmanın ya da birbirini batırmanın ne anlamı vardı? Anlayamadığı oka dar şey vardı ki.
Sekiz-on memur maaşına denk acil borcunu ertesi sabah ödemesi gerekiyordu. Bu, belgeli bir borçtu ve ucunda haciz işlemleri ile rezil, sefil olmak vardı. Bu meblağın üç katı kadar da belgesiz günü geçen borcu vardı. Kredisini yitirmiş, kimseden borç alamaz olmuştu. Yine de sevgili eşini üzmek istemediği için pek çok şeyi onunla paylaşmıyor, tek başına sırtlanıyordu. Ama bu yükü paylaşmıştı. Çünkü yük çok ağırdı. Yaşlı gözlerle eşine mırıldandı:
Bu gün sen bir bakışsın, ben ondan sızan yaşım,
Sana bütün ömrümce uyan bir arkadaşım.
Yalnız senin önünde herkese asi başım
Yere geçercesine yere eğildi, kadın!
Birlikte ağlaşıp çareler düşündüler. Aşağı koydular olmadı, yukarı koydular dolmadı. Seyfi, buz gibi terliyordu. O esnaflıktan başka da bir şey bilmezdi. Emeklisine de bir sene vardı. Aslında çok şey istemiyordu. Huzura ve saadete sevdalıydı.
Büyür çınar gibi zahmetle şanlı sevdalar;
Bahara geç kavuşur, sevgilim, büyük dağlar!
Dese de Faruk Nafiz Çamlıbel, Seyfi’nin dağlarına bahar hiç uğramıyordu. Uğrama ihtimali de yoktu. Çünkü onlar gariptiler.
Artık düşünmek istemiyordu. Beyni durmuştu. Banyo yaptı, abdest alıp namaz kıldı ve bu sıkıntıdan kurtarması için Allah’a dualar etti. Nihayet yattılar.
Gezdi örümcek gibi gözleri boş tavanda,
Bir köşede gerilmiş bir ağa düştü, kaldı.
Odaya bol rüzgârın dolduğu bir zamanda
Göğsü havasızlıktan daraldıkça daraldı.
Kulağının dibinde haykırıyor fırtına;
“ Isınmak istiyorsan toprağı çek başına!”
Uzakta can verirken el dövüne yırtına
Onu ölüm bir derin uyku halinde aldı.
Sabah Seyfi’nin cesedi ile karşılaştı eşi. Beyin kanamasından ölen Seyfi defnedilmişti. Lokanta icraya gitmiş, eşine maaş bağlanmıştı. Her şey biraz olsun yoluna girmişti tek eksikle. Evet, garibanlar ikiden bire düşmüştü.