10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1947
Okunma

Onur BİLGE
Aslında çok şey istememiştim hayattan ve senden Aysima. Korkunç yalnızlığımda; yakın arkadaşlık, biraz dostluk, çokça sevgi, o kadar. Şöyle adam gibi yarenlik etmek, bir yerde karşılaşmak belki ayda yılda bir, yol boyu yürümek yan yana, ellerimiz ceplerimizde olsa da. Yorulunca, oturup çay içmek bir kır kahvesinde ve konuşmak, havadan sudan olsa da. Biraz saçma sapan biraz komik, en çok duygusal ve tabi ki romantik. Dama oynamak ya da... Fakat cıvıl cıvıl mutlaka...
Aslında bilgim yoktu hakkında, sana karşı en küçük bir sevgim de ilgim de. Sen, hiç ummadığım bir anda, kendiliğinden geldin, aniden geliverdin! Davetsizce, habersizce, sessizce... Sevdanın ayak seslerini bile duymadım, Aysima. Ansızın içimde bitiverdin inmece iniverdin! Bana yepyeni el değmemiş, mutlu ve huzurlu bir dünya verdin. Hoş geldin!
Aslında, nasıl da ihtiyacım varmış; ilgiye, sevgiye, aşka, kıyasıya tutkuya ve hiçbir şeye başka bütün bunlarla birlikte. Bu ne kadar güzel bir duygu, Aysima! Yüreğin yürekte vurması, nurun gönle vurması, mekânın yok olması, zamanın durması, tek düşüncenin beyne çakılması, orada öylece durması ve hayal kurması insanın, her fırsatta, gece gündüz; gerçekleşmeyeceğini bile bile, olmayacak şeylere dair. Sevmek başka sevinç, sevildiğini hissetmek bambaşka... Söylenmese de duyulmasa da hiçbir kanununa uyulmasa da... Ukde olarak kalsa da itiraf edilmemiş olması içimde, yine de Allah’ın lütfu, nimeti, ikramı, bir biçimde... Mümkün olmasa da bir araya gelerek iki laf etmek; aşk demek, huzur ve mutluluk demek.
Aslında, başka bir şekli de olabilirdi bu garip ilişkinin, tuhaf aşkın. Üzülmeyebilirdik belki bunca, onca sıkıntı içinde kıvranmayabilirdik, mesela yer açarak hayattan, kendimize iki kişilik iğreti bir dünya kurunca, çok az da olsa bir şeyler paylaşabilirdik, pekâlâ. Biraz beraberlik, konuşma, anlaşma, kaynaşma... En azından, arada sırada telefonlaşma... Bunu bile çok gördün bana! Canın sağ olsun! Bütün kapıları kapattın, sıkıca kilitledin. Sadece tek pencere araladın ve iki hayatı birden paraladın! Her şeyden uzak kaldın, mahrum bıraktın kendini de beni de. Ayıp mıydı, suç muydu, çok muydu? Beni, yalnızlığa zincirledin, sonunda. Yoklukla eşleştirdin, hiçlikle birleştirdin; yerine, evren kadar bir boşluk yerleştirdin. Kahroldun, kahrettin! İkimize de yazık ettin, Aysima! Şimdi ağlama!
Aslında, sevginin sevincinden çılgına döndüğüm zamanlarda, karardıkça kararan gözbebeklerini seyretmek istemiştim, doyasıya; kaşlarınla gizlemeye, kirpiklerinle örtmeye çalışsan da. Hiçbir şey doyumluk değil, yaşamak da, aşk da ve birinden bir şey beklemek doğru değil; o, sen olsan da. Hiçbir şey sorma bana artık, dünyamı öğrenme, bilme! Sakın ha sakın, Sükût Diyarı’nın Suskun Kralı, zahmet edip de ta buralara gelme! Dokunma kendimleliğime, kırgın keyfime taş atma! Uzak yalnızlığıma, tek kişilik dünyama değme! Eğme dalımı, bilme halimi, küskün sessizliğime elleme!
Hiçbir şey tasarlama, bundan böyle bize dair, Aysima! Tasarlasan da uygulamaya kalkma! Sakla vakitlerini, korkularını sakla; ürkek, çekingen, kuşkulu bir mantıkla. Seni bana, beni sana yasakla! Hayatımı kurcalama, konuşma bu saatten sonra, hiçbir şey sorma! Onca zaman sustuğun gibi sus! Sus sonsuza kadar! Sus, Aysima!
Antalya’nın taşlı tozlu sokaklarında dolaştım bir süre. Caddelerini turladım. Her yer bıraktığım gibiydi. Çok geçmemişti ki aradan. Topu topu bir yıl. Mantar gibi bitivermemişti apartmanlar, ağaçlar büyüyüvermemiş, çehresi değişivermemişti, yeşil gözlü, mavi bakışlı, sarı saçlı, al yanaklı güzelimin. Birazcık makyaj yapmıştı, o kadar.
Bursa’ya göre kasaba sayılır. Üç beş ana caddesi, iki üç parkı... Bahçeli’deki büyük çay bahçesinde dinlendim ve denizi seyrettim, bir süre. Oynayan çocukları, yoldan gelip geçenleri... Sonra Tophane’de, falezlerdeki bir banka oturup, Yat Limanı’nı seyrettim, yarım saat kadar. Cumhuriyet Meydanı, eski müze, Saat Kulesi, Antalya’nın çalışkan gelini... Atatürk Caddesi, sağda Üçkapılar, solda Antalya Lisesi ve nihayet Karaalioğlu Parkı...
Kentin en geniş ve en eski parkı... Büyükşehir Belediye Binası’nın önünden itibaren, yaklaşık yedi bin metrekarelik alana yayılan parkın üç girişi var. 1940’lı yıllarda, Haşim İşcan’ın belediye reisliği yapmakta olduğu sırada; ana planı, Perge Antik Kenti’nden alınarak düzenlenmiş. Özellikle sıcak iklimde yetişen yaklaşık yüz yirmi çeşit nadide ağaç ve çiçekleri, gazinoları, beton yol ve miradorlarıyla, Antalya halkının gözbebeği. Parktan, Antalya körfezi ve başı dumanlı, karlı Beydağları seyredilmekte; görünüm, gün ışığına göre değişen renklerde izlenmekte.
Çocuk bahçesine bıraktığım çocukluğumu yokladım. Birkaç kızak ve salıncak daha ilave edilmiş. Şöyle bir etrafı seyrettikten, eski Öğretmenler Lokali’nde hatıralarımı tazeledikten sonra üç kordondan da denizi izleyerek, Hıdırlık Kulesi’nin yanından geçip, Antalya’nın en güzel yerlerinden biri olan Mermerli Plajı’nın üstündeki çay bahçesinde, en uçtaki, İslele’ye nazır masaya oturdum. Yat Limanı’nı ve kıyı boyunca uzaman efsanevi güzeli seyretmeye koyuldum. Bu şairane manzarada, bloknotuma ‘Aysima’ isimli bir şiir yazdım.
Bu çay bahçesine kimlerle gelmiştim, neler konuşmuştuk, kabaca anımsadım, ister istemez. Hele bir defasında Halide’yle gelmiştik. Transistörlü radyom elimdeydi, kulaklığından dinlemekteydim ama kendimi hiç de Almancılar gibi hissetmemekteydim. O, küçücüktü ve çantamdaydı; kimse görmüyordu. Sazlarıyla Hacca giden ozanlara benziyordum. Biz arkadaştık, ona ihanet eder miydim? Onsuz bir yere gider miydim? En yakın dostumdu. Yalnızlığımın ilacı, derdimin devası, arkadaşların hası...
Her yerde, demli bir çaydı, muhabbetin ortası. Çayın padişahı da buradaydı. Etrafa mis gibi bir koku yaydı. Tavşankanıydı.
Sanki sadece burası Antalya’ydı. Yerli yabancı turistler, seyyar satıcılar, balıkçılar, balıkçı tekneleri, sandallar, yatlar... Deniz kokusu almadan yaşayamam ben. Nasıl kokarsa koksun, kıyıda ağlar, onlardan uzak kalınca içim ağlar.
Karşıda Gümrük Binası... Gümrük Müdürü... Ablamın kaynatası... Dolmakalem, Cenaze Marşı, boğarcasına gözyaşı, hıçkırıklarım... Acı tatlı anılarım...
Korsanların mutlaka uğradıkları, dünyanın en ünlü kişilerinin yemek yedikleri lokanta... Hâlâ dimdik ayakta! Karşıdaki gazinodan ‘Amor’ diyor buğulu sesiyle bir Fransız şarkıcı. Harika bir aşk şarkısı... “Aysima!” diyor, kulağıma. Aysima...
Sadece kızlar ay simalı olmaz ki erkekler de olabilir. Aysima olsun onun bir adı da. Geceleri nazlı nazlı doğmuyor mu pencerenin kenarından? Ay gibi parlak ve dupduru, su gibi berrak. Sessizce bakmıyor mu gecede aydınlanmıyor mu yüzü, sokak lambasının sarı ışığı vurdukça? Hele secde yeri, geniş alnı; pırıl pırıl, apak!
*
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 239