8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
804
Okunma
Her Türk Türkçe’yi seviyordur. Sevmek mecburiyetindedir.
Dünya’da iki yüz elli milyon Türk olduğuna göre bir o kadar da Türkçe sevdalısı vardır.
Ben, Sen, O.. hep o iki yüz elli milyonun içindeyiz.
Her dilin olduğu gibi, Türkçe’mizin de karşı karşıya olduğu bazı meseleleri vardır.
Bu meseleleri el ele, sırt sırta, kafa kafaya verip bizler çözeceğiz.
Mesela, bir önceki yazımda ifade etmeye çalıştığım ekler mevzuunu galiba iyi anlatamadım.
Bundan birkaç sene evvel de "kök" ve "ek" gerçeği vardı, amma ( -sal ) (-sel ) ekleri yoktu.
Fakat Türkçe, dimdik ayaktaydı. Söylediğim gibi, o zaman bu ekler yoktu.
"Fiziki", "kimyevi", "dini" deniliyordu; "tarihi", "ebedi", "edebi" diyorduk; "maddi", "manevi",
"şahsi", "ferdi", "içtimai" diyor ve yazıyorduk; herkes "milli", "ruhi", "ilmi".. kelimelerini
yazdığım gibi telaffuz ediliyordu.
Sonra, kim burnunu oynattı bilemiyorum, artık sadece uzun "i" harfiyle biten kelimelere
değil, sözünü ettiğim bu ekler hemen hemen her kelimenin sonuna eklenmeye başlandı.
Mesela "para" kelimesi, "parasal" oldu; "şiir" kelimesi, "şiirsel" oldu; "kız" kelimesi, "kızsal"
oldu; "yüzey" kelimesi,"yüzeysel" oldu;"bölge" kelimesi, "bölgesel" oldu; "yöre" kelimesi,"yöresel"oldu..
Oldu oğlu oldu..
Şimdi soruyorum: Latince olan bu malum ekleri, hangi edebiyatçımız kullanmıştır?
Yakup Kadri mi? Orhan Veli mi? Nazım Hikmet mi? Tarık Buğra mı? Ahmet Kabaklı mı?
Mustafa Necati Sepetçioğlu mu; Tevfik Fikret mi? ..
Bu ekleri, hangi yazarımız kullanmıştır?
Bir evvel ki, yazımda da "karpuz" misalini bu bakımdan vermiştim.
Elbette ki, Türkçe’mizde "karpuzi" diye saçma bir kelime yok. Amma nerdeyse bu da
olacak:"Karpuz" kelimesine, Latince olan bu eklerden bir tanesini eklediğimiz zaman
"karpuzsal" olacak. Türkçe’de "karpuzi" kelimesi olacak ki, "karpuzsal" kelimesi de olsun.
Bu bakımdan, "masa örtüsü" misalini vermiştim.
Bu Latince ekleri kullanmak o kadar ayağa düştü ki, nerede ise:
"Masa örtüsü" yerine, "masasal örtü" denilecek.
Her kelimeye bu eklerden birinin yamanması karşısında bir yazarımız demişti ki:
"TÜRKÇE’Yİ SAL’A KOYDULAR, SEL’E VERDİLER".
Sanki, vaziyet bu değil mi?