25
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2012
Okunma


Çocukluğumun gri gölgeli patika yollarında akislenen billurdan bir ses hala kulaklarımda:
Yağ satarım , bal satarım / Ustam ölmüş , ben satarım….
Bu tekerlemeyi anlamını düşünmeden yüzlerce kez söylerdik. Ritim önemliydi en çok, bir de oyun. Masaldan dünyamızda, kutsal bir sığınaktı oyun.
Dördüncü sınıftayım. Mahallenin en yaramaz çocuğuyum. Kız olmak engel değil bana. Apartmanın benim yaşlarımda iki delikanlısı, Turan ve Hüseyin en yakın dostlarım. Turan, ikide bir zırlayan nazlı mı nazlı bir çocuk ; Hüseyin de bol küfürlü bir kabadayı. Ben Hüseyin’ e daha çok saygılıyım.
Geceleri evin önündeki geniş arazide, koşturuyoruz. Yatana kadar eve girmiyorum. Beni fark eden de yok zaten.
Annem yeni doğum yapmış, bir kız kardeşim olmuştu. Babam anneme , yine mi kız, diye sitemler edip duruyor, eve hep geç geliyor.
Babamın beni kız olduğum için sevmediğini düşünmeye başlamıştım. Turan ve Hüseyin’e hayranlıkla bakmam bu yüzdendi. Anneme zorla bir erkek gömleği aldırmıştım..
Mutsuzum . Dokuz yaşımda keşfettim mutsuzluğu. Çoğu kez, gece, oyuna ara verip, dilek tutmak için yıldız kaymasını beklerdim. Ah, bir yıldız kaysa! Annemle babam kavga etmese, ben erkek olsam ve babam beni çok sevse..
Evde sürekli kopan kavgaların bir sebebi de on yedi yaşındaki güzeller güzeli ablam. Babam ona göz açtırmıyor. Okuldan eve, evden okula, diyor ona. Erkekler peşinden gelirse, hemen babama söyleyecek.
Bir erkeğin ablamın peşine takılıp onu kaçıracağı düşüncesi kabuslarıma girerdi. Ağlayarak uyanırdım. Ama anneme söylemezdim. Sanki söylersem gerçek olurdu.
Babam ablamı ıslah etmekle, annem de yeni bebekle meşgul. Beni gören yok. Dilediğim zaman çıkıp oynuyorum. Oyunun kollarında unutuyorum her şeyi.. Ders filan çalıştığım yok.
Mayıs ayı geldi çattı. . Havalar güzelleşti. Dışarıda daha çok oynuyorum. Kardeşim de üç aylık oldu, gülümsüyor. Onu sallıyorum .
Ama kavgalar bitmiyor bir türlü. Ben de eve daha geç gidiyorum.
Ablam. Müzik dinleyip, şarkı söylüyor. Birlikte paylaştığımız odamızın, yola bakan penceresi önünde oturup hayallere dalıyor. Kızıl saçlarının perçemlediği çilli yüzünde, dudağına yapışmış Türkan Şoray gülücüğü ile kim bilir hangi masal aleminde yüzüyor?
Okulun son günleri. Sınıfta kalabilirim. Yarıyıl tatilinde, karnemde derslerimin hepsi kırık gelmişti. Annemin ısrarı üzerine liseli ablam güya beni çalıştırıyor. Ama o, bana, sen oku deyip, virgül koyduğu yerden hayaline devam ediyor.
O gün, hayatımda asla unutamayacağım o talihsiz gün.
Şimdi, şu dakikada bu satırları yazarken, o günkü kadar, hatta daha fazla bir acı duyuyorum yüreğimde. Göz yaşlarıma hakim olamıyorum.
Haftanın ilk günüydü. Okula giderken en önemli dosyamı, ablamın da yardımıyla uğraşıp yaptığım matematik ödevimi evde unuttum. İlk derste öğretmen ödevlere bakıyor. Ben üzüntüden mahvolmuş bir şekilde siniyorum sıramın içine. Ne yapacağım şimdi? Söz verdiğim ve kendimi ilk kez kanıtlayacağım biricik ödevim evde. Ağlamak istiyorum.
Ama bir mucize oluyor. Henüz bana sıra gelmeden, dersin ortalarına doğru, kapı çalınıyor. İçeri ablam giriyor. O günlerin modası, kırmızı, beli kuşaklı pardösüsüyle Türk filmlerinin en güzel kızlarına benziyor. Öğretmenime bir şeyler söyledikten sonra, yanıma geliyor. Sevinçten uçsam mı, boynuna sarılıp öpsem mi...kalıyorum öyle….İki sevdalı gibi bakışıyoruz. Çilli melek yüz, bana dosyamı verip, havalı saçlarıyla süzülüp çıkıyor.
Gururla bakıyorum arkasından. Arkadaşlarım da bana hayranlıkla bakıyorlar. Ne güzel ablası var…
Sihirli bir dünyanın içindeyim, mutluluğuma diyecek yok, öğretmene gösteriyorum ödevimi.
Çalışkanlardan farksızım artık, gülümsüyorum herkese..
Paydosu iple çekmiyorum bu sefer. Okul gözüme sıkıcı gelmiyor eskisi gibi.
Dersler bitince bir sevinç kabarıyor yine içimde, eve gidince ablama ne kadar güzel olduğunu mutlaka söylemeliyim. Dakikalarca aynanın karşısından çekilmediğine göre tek derdi de güzel olmaktı bence.
Bazen sorardı: Türkan Şoray’a mı, Hülya Koçyiğit’e mi benziyorum, diye. Ben de bilirdim ki ablam, birinin gülüşünü, diğerinin konuşma şeklini sever. O yüzden ikisine de benziyorsun, derdim. O zaman, sık sık daldığı alemlerden birine döner, gülümser; artık beni görmezdi.
Evimiz, geniş avlusu olan bir apartmanın giriş katıydı. Avluya adımımı attığımda küçük kız kardeşimin çığlıklarını duydum. Sıra dışı bir şeyler vardı evde. Hissettim.
Kapıyı annem açtı, ama beni görmeden . Babam evde. Ablam, perişan darmadağınık saçlarla yerde oturmuş ağlıyor. Bugünkü kavga, her zamankinden başka. Bugün evde iyi şeyler olmayacak, biliyorum.
Babamın öfkeli sesi;
- Demek okuldan kaçıp, Lale’nin ödevini götürdün. Sonra da parka gittin. Sana mı kaldı Lale’nin ödevini götürmek? Ben sana laf anlatamayacak mıyım? Okul dışında hiçbir yere gidemezsin demedim mi?
-
Babama, bu ödevin benim için ne kadar önemli olduğunu anlatmak istiyorum, ama sesim çıkmıyor. Üstte, yukarda, sanki gökyüzündeyim de oradan seyrediyorum her şeyi. Konuşsam zaten kimseler duymayacak.
Sonra annem konuşuyor, ağdalı bir ah’lanmayla;
- Mahalleye rezil olduk. Komşuların diline düştük.
Ablam, beni yeni fark ediyor, ince bir dudak kıvrımıyla gülümsüyor sanki. Ya da bana öyle geliyor. Ona, okuldayken ne kadar alımlı olduğunu söyleyemeyeceğim hiç. İçimde derin bir sızı oluşuyor. Babama ilk kez nefretle bakıyorum.
Babamın benim nefretimden haberi yok, bu sefer anneme dönüp bağırıyor;
- Ben sana dedim, şu kızın saçlarını kestir, ya da eşarp taktır, diye. Ama neymiş, bu saatten sonra takamazmış. Kaç kişi de böyle kızıl saç var ha!
-
Sonra ablama dönüp:
- Kız sen bizim namusumuzu beş paralık mı edeceksin. Lisenin p..lerini peşine takıp
mahalleye kadar getiriyorsun.
Ablam, yağmur gibi akan göz yaşlarıyla bir Madonna gibi masum bakıyor babama. Cılız bir sesle.
- Ama baba ben kötü bir şey yapmadım ki. Okulun son günleri diye herkes gitti.
Ben de….
-
İşte o an olan oldu, babam, ablamın üzerine yürüdü. Saçlarını tuttuğu gibi dövmeye başladı. O güne kadar dövülen, böylesi dövülen kimseyi görmemiştim.
Bana garip gelen annemin bu dayağa engel olmamasıydı. Demek ablam gerçekten kötü bir şey yaptı. Yoksa annem onu korurdu. Evet demek büyük bir suç işlemişti ablam.
O sırada babam hem vuruyor hem bağırıyordu.
-Saçlarını da keselim de gör sen. Neriman git makas getir.
Ablam o ana kadar, kurbanlık bir koyun gibi, sessizce yerken dayağı, makas ve saç kelimelerini duyunca, kaçmaya yeltendi. Annem babamın yardımına koştu. İkisi onu zor zaptettiler.
Babam, ip lazım, dedi.
Annem;
-Lale git, mutfaktaki çekmecede çamaşır ipi var, getir, diye bağırdı.
Ben, bana büyük bir görev verilmiş gibi koşarak gittim ve hayatımda ilk kez istenen bir şeyi aramadan buldum.
Ablamı ellerinden ve ayaklarından bağladılar. Annem makası aldı. O ipek gibi yumuşacık kızıl saçlar kesildi. Ablam direnmiyordu artık, kaderine razı bir köle gibi boyun eğmişti. Sadece içli bir hıçkırık duyuluyordu derinlerden bir yerden. Bir kuyunun çıkrığından gelen bir ses..anneannemin bahçesinde vardı kuyu. Tangır tungur bakır kovayı salar, çıkrığı çevirerek çekerdik dolusunu. Anneannem dedeme, bu çok ağlamaya başladı, yağlasana şunu, derdi..
Ablam günlerce yataktan çıkamadı. Dili ve yünü kırpılmış bir kuzu misali yattı günlerce. Utandım gözlerinin içine bakmaya.
Oyunlara daldım yine. Yaz tatili başladı.. Oyun kutsal sığınaktı.
…….
Not: bu öyküdeki kahramanların gerçek hayatla hiçbir ilgisi yoktur.
müget