9
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1663
Okunma

İnsan cansız varlıklardan ve diğer canlı varlıklardan farklı olarak tek boyutlu olarak ele alınamayacak bir yapı arz ediyor. Cansız varlıklar ve diğer canlı varlıklar hem cinsleri arasında büyük farklılık arz etmezken ve maddi boyutlarıyla ele alınabilip, incelenebilirken; insan hem madde hem de ruh boyutu ile çok kompleks bir yapıya sahiptir. Bu yapısı itibariyle, hemcinsleri arasında madde boyutuyla (beşeri yön) birbirine benzerken, ruh boyutuyla ise büyük farklılık arz etmektedir. İnsanın madde yönü; insanın dünyevi arzu ve isteklerini yerine getirmesini ve kendi menfaati doğrultusunda hareket etmesini insana emrederken, ruh yönü ise dünyevi arzu ve isteklerine gem vurmasını, menfaatini düşünmesini bırakarak fedakârlıkta bulunmasını ister insandan. Bu iki boyut arasında sürekli bir çatışma söz konusudur (Bu çatışmaya değinen Blaise Pascal şöyle söylemektedir; “Fakat hemen belirtelim ki, insanın işlediği hataların en saçma sebebi duyguları ve aklı arasındaki savaştır.” Düşünceler, s:30) ve insan bu çatışmadan dolayı bazı kör noktalara düşerek (kalıplaşarak) yaşamı boyunca hatalarını doğru olarak algılayabilir, hatalarını yapmaya devam edebilir.
Madde boyutunun verileri, somut, sabit ve kolay elde edilebilir olduğundan ve laboratuar alanında incelenebilir olduğundan, insanlık madde boyutunda büyük bir gelişme göstermiş, büyük buluşlara imza atmıştır. Fakat bunun yanında insanın ruhi boyutunda veriler kesin olmadığından, kişiden kişiye büyük farklılıklar arz ettiğinden, insanlık, madde alanına paralel bir gelişme gösterememiştir. Yine bu alanın verileri kesinlik arz etmediğinden insanlık son yüzyıla kadar bu alanı bilimsel alana da dahil etmemiş, çalışmalar bireysel gözlemlere dayanmıştır. Bu konuya değinen ünlü matematikçi Blaise PASCAL şöyle yazmaktadır: “Fakat en azından insana dair çalışmamda, insan için en asli çalışma alanı bu olduğuna ve bu uğurda çalışmak doğru bir şey olduğuna göre, bir çok dost ve yardımcı bulmam gerektiğini düşünüyordum. Yanılmışım. ‘İnsan’ı tanıma noktasında çalışan insanların sayısı, matematiği çalışan insanlardan daha da az. Bunun sebebi, yalnızca insanı nasıl çalışacaklarını bilmemeleri. Fakat insanın bu bilgiye de sahip olmasının gerekmediği ve eğer mutlu olmak istiyorsa kendisini bilmemesinin onun için daha hayırlı olduğu doğru değil midir? “ (Kaknüs Yayınları Düşünceler, s:183) Pascal bir adım daha ileriye giderek, insanların mevcut durumunu beğenmediğinden, biraz alaylı mutluluğun cehalette yattığını da ilan ediyor.
Şimdi bu bilgiler ışığında insanın kör noktasından birine değinmek istiyor ve kendime şu soruları sormak istiyorum;
Bir insan bir başkasına iyiliği emredip söylerken, acaba aynı iyiliği neden kendisi yapmaz? veya şöyle sormak lazım; iyiliği emredip söyleyen insan, kendisinin de aynı iyiliği yapması gerektiğinin farkında mıdır? Yoksa iyiliği başkasına emreden insan, kendisinin zaten iyi olduğuna ve iyiliği yaptığına mı inanıyor? Ya da kendini diğer insanlardan farklı görüp, koyduğu kanunun kendisine uygulanmamasını mı istiyor? Ve farkında olmadan veya kasıtlı olarak kendini kanunlar üstümü görüyor?
Sorduğum bu soruların tümünü düşündüğümde, temel sorunun insanların bir kısmının kendilerini bir yönleriyle (mal, makam, soy, ırk, din, dil, cinsiyet, renk… vb.) diğer insanlardan üstün görmelerinde (Kibir) yatmaktadır. Bu yönleriyle dokunulmaz olduklarına, kendilerinin veto haklarının olduğuna inanmakta ve diğer insanları kendilerine eşit olamayacaklarına inanmaktadırlar. Diğer insanları kendileriyle eşit haklara sahip olmadıklarını düşündüklerinden ve kendilerinden aşağıda gördüklerinden bunlara ikinci sınıf insan muamelesi yaparak gerektiğinde bu insanların haklarını gasp etmekte tereddüt etmezler. Hak gaspı yapan insan, bu yaptığı eylemi bazen bilinçli, genelde ise düşünmeden bilinçsizce ve kültürünün etkisiyle bilinçaltına yerleşmiş olan, aldığı eğitimin etkisiyle yapmaktadır.
İnsanlık tarihini incelediğimizde 1900’lere kadar düşünür ve aydınlar insanı dünyanın merkezine koyarak yaratılanların efendisi, dünyayı da kâinatın merkezine koyarak, evrenin dünyanın etrafında döndüğüne inanırlardı. Oysaki bilimsel gelişmeler bu tezin kesinlikle yanlış olduğunu ortaya koydu. Bu da şunu bize göstermektedir ki genel olarak insanlık, özelde ise insan kendini evrenin merkezinde sanarak, kendini çok önemli bir yaratık (bilinçaltında bazen bir yaratıcı) olarak görerek evrenin kendi etrafında döndüğü yanılgısı içinde olduğudur. Bu yanılgısını oturttuğu temel ise daha önce değindiğim gibi, bazen mal-mülk, bazen makam, bazen soy, bazen ırk, bazen din, bazen dil, bazen renk, bazen de cinsiyet olabilmektedir. İnsanlık bu yanılgısını akıla dayandırmadan, inanç konusu ederek tümüyle dokunulmaz kılmaktadır. İnsanlık bundan dolayı yanılgısına asırlar boyu devam edebilmektedir. Burada tehlikeli olan unsur, insanlık bu eylemini bilinçsiz bir şekilde yapması ve inanç konusu edilmesidir. Bilinçsiz yapılan ve inanç konusu edilen eylemler kolay kolay irdelenmediğinden doğrunun bulunması da kolay olmaz. Bilinçsizce yapılan bu eylemler, bireysel olarak bizi dramatik bir duruma düşürmektedir, şöyle ki; birey olarak yaşamın çeşitli alanında bazen haksızlığa uğrarken, bazen de haksızlık yapan kişi durumuna düşmekteyiz. Örneğin, müdürü tarafından haksızlığa uğrayan amir, bu durumundan veryansın ederken; aynı haksızlığı astlarına yapmaktan çekinmez (makamın üstünlüğü inancı). Amirince haksızlığa uğrayan ast biraz sonra evinde eşine çekinmeden haksızlık yapabilir (cinsiyetin üstünlüğü inancı). Eşinden azar işiten kadın, biraz sonra çocuğuna haksızlık yaparak şiddet uygulayabilir (kuvvetin üstünlüğü inancı). Her ne kadar bu durumdan şikâyet etsek bile yaşamın belirli bir alanında bu duruma hizmet ettiğimizden, haksızlıklar bitmeden devam edip gider.
Cevap verilmesi gereken bir soru da, insan, üstün sandığı yönlerini neden kullanma ihtiyacı duyar, ya da bu yanılgıya insan neden düşer sorusudur. Burada yatan temel mantık “menfaat” tır sanırım. İnsan yapı itibariyle menfaatine düşkün bir yaratıktır. İnsan aklı, insanın içinde bulunduğu durumda menfaatini ön plana çıkarır ve insana menfaati doğrultusunda hareket etmesini emreder. İnsanın mantığı da, insanın menfaati doğrultusunda hareket etmesi için sebepler üretir. Eylemin alt yapısı oluştuktan sonra, eylem sorgulanmadan insan tarafından yapılır. Bu çelişkiyi çok güzel bir ifade ile ortaya koyan Blaise Pascal şöyle demektedir; “Kendi çıkarın için niye beni öldürmeye kalkıyorsun? Ben silahsız biriyim.” “_Sen ırmağın öbür tarafında yaşayan biri değil misin? Dostum, eğer sende benim gibi bu tarafta oturuyor olsaydın, seni öldürmem bir cinayet sayılacak, ben de cani diye anılacaktım. Ama madem ki sen öbür tarafta yaşıyorsun, seni öldürdüğüm için kahraman olacağım ve doğrusunu yaptığım söylenecek.” (Düşünceler, s:32). Bir melek gibi iyiliği söyler, güzeli anlatır, nasihat eder insan; ta ki menfaatine dokunuluncaya kadar. Menfaatine dokunulduğu an, iyilikte, güzellikte, nasihat ta kalmaz, yasa tanımaz, kuyruğuna basılmış bir hayvan gibi böğürür,sağına soluna saldırır insan. Sanki yasayı hiç duymamış, sanki yasayı kendisi koymamış gibi.
Toplumdaki temel sorunların başında, yasaların herkese eşit uygulanmaması gelir. Bir yasa ne kadar kötü olursa olsun herkese eşit uygulanırsa toplumda kargaşa yaratmaz. Ne zaman ki yasalar bazılarına uygulanırken, bazıların üstünlüğünden (genelde bu üstünlükler harcanan emekten ziyade doğuştan hiç çaba sarf etmeden elde edilen üstünlüklerdir.) dolayı kendilerine uygulanmazsa, ki yasa ne kadar adaletli olursa olsun toplumda kargaşaya sebebiyet verir. Bu durum toplumun bozulmasına sebebiyet verirken, ayrıca bireysel mutsuzlukların artmasına neden olur.
Toplumun bu gibi durumlardan kurtulması, mutluluğunun artması ve adaletin yaygınlaşması, bireysel düşüncenin değişiminde yatar. Bireyler şuna inanmalıdır; nasıl ki madde dünyasında kanunlar mevcutsa, toplumsal yaşamda da görünmeyen yasalar vardır. Birey ister inansın ister inanmasın görünmeyen bu yasalardan dolayı “külli bir adalet” mevcuttur ve son sözü daima bu külli adalet verir. Yine birey her zaman teftiş edildiğini bilmeli, bu teftiş sonucunda bir gün yaptıklarının karşılığını göreceğini unutmamalı ve ona göre hareket etmelidir. “İnsan bir gün ölür, sanı kalır” diyerek son sözü yine Blaise Pascal’a veriyorum: “İnsan olmak istiyorsan, ölümden, hiçbir tehlike yokken, ve henüz ölüm ortalıkta dolaşmıyorken kork” (Düşünceler, s:189).