Ödünç alınan son kuruşla ödenen ilk kuruş arasında tabii muazzam bir fark vardır. goethe
erkanbars
erkanbars

BAHARA VEDA

Yorum

BAHARA VEDA

0

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

987

Okunma

BAHARA  VEDA

BAHARA VEDA

Onunla tanışana dek , “masalar” ile “insanlar” arasındaki gizli bağlılıktan haberim olmadığını söylemeliyim . Masalar bana çoğu zaman odaların , evlerin , kapalı ve açık mekanların içinde bulunan sıradan eşyalar gibi gelmiştir . Cansızdırlar en başta . Sevgi ve saygı görmeyi , önemsenmeyi beklenmezler . “Sandalyeler” olmadan ise , yalnız ve yararsızdırlar . Hep insanların ( bunlara kendim de dahil ) , bence çok önemli olan bir hata yaptıklarını düşünürüm : Canlıları ve cansızları bir bütün olarak kavramadan , kendi içinde ayrımlaşmış olan varlıklar şeklinde düşünmek . Neyse ki , zaman yeni anlayış biçimlerini de beraberinde getiriyor. İnsan zihninin sınırları genişliyor . Bana göre ; düşünsel evrenimizin gelişimi de , içinde bulunduğumuz evrenin gelişimiyle paralellik gösteriyor . Şu ünlü “Big Bang ( Büyük Patlama )” kuramı , sanki düşünsel evrenimizin gelişimini de temel anlamda açıklıyor gibi . Düşünsel evrenimizin merkezinde liberal düşünce anlayışı bulunuyor . Ve düşüncelerimiz , bu merkeze bağlı kalarak , her iki taraftan da büyüme ve gelişme kaydediyor…

Adım Burak . Üniversite öğrencisiyim . Bundan önceki öğrencilik hayatımda çok sıradan arkadaşlarım oldu . Kimse yanlış anlamasın . Yalnızca kendi çıkarlarını düşünen , dar görüşlü , özverili dünyadan yalnızca almasını bilen , ona kendinden bir şeyler vermeyen insanlar için ben “sıradan” sıfatını kullanıyorum . Her insanın “sıradan” sözcüğünden anladığı şey farklıdır belki, ama ben sıradanlığı böyle algılıyorum . Dünya üzerindeki tüm sosyologları , psikologları ve toplum mühendislerini şaşkına çevirecek bir de paradoksum var : Bence dünyanın çoğunluğu da böyle sıradan insanlardan oluşuyor . Buna dünyanın çoğunluğunun kötü insanlardan ya da birbirine çok benzeyen insanlardan oluştuğuna inandığım ölçüde inanıyorum . Tabii ki ; böyle insanların içinde bulunduğu bir gezegende “hayatlar da” sıradan , kötü ve birbirine benzer birer nitelik taşıyor . Hayat hakkında nükteli sözler söylemek isterdim . Ama ben yaşadığım çağın insanı gibi , mizahı “sorunlara çözüm üretmekten kaçma aracı” olarak görmüyorum . Mizah , bir çeşit aydınlanma yöntemidir benim için . Tamamlayıcı bir unsurdur . Ancak asıl önemli olan , duygular ve düşüncelerdir . Mizah , duygular ve düşüncelerle iç içe olmalı , onları sorgulamalı , fakat altında ezmemelidir . İşte o zaman mizah , “sorunlara çözüm üretmekten kaçma aracı” değil , “sorunlara çözüm üretmeye yardımcı araç” olur . Neyse , lafı fazla uzatmak istemiyorum . Yirmi yıllık hayatım boyunca çoğunlukla çok sıradan insanlar tanıdığımı söylemiştim . Bu yıl , benim üniversitedeki ilk yılımdı . Bu ilk yılda öğrenci yurdunda kaldığım için , pek çok insanı tanıma fırsatı buldum . Şunu söylemeliyim ki ; insanları tanıdıkça onların düşündüğümden daha sıradan ve daha kötü olduklarını ve daha çok birbirlerine benzediklerini ( insanları tanımadan önce genellikle onlardan yüksek beklentilerim olur ) düşünüyorum . Bu “basit gerçek” karşısında ise , üzülmekle yetiniyorum yalnızca . Lakin asıl bahsetmek istediğim kişi , hiç de onlar gibi değil . Adı “Alper” olan bu kişi , benim üniversitedeki birkaç dostumdan biri . Alper ve ben , öğrenci yurdunda bulunan ders çalışma salonlarında ya da daha doğru bir ifadeyle etütte , çoğu öğrencinin ( bunlara ben de dahil ) “angarya” diye niteleyebileceği saçma sapan günlük veya haftalık ödevleri yaparken , çoğu zaman sabahın erken saatlerine kadar uyumazdık . Bunun nedeni , yalnızca ödevlerin çok olması değildi . Ödevleri yaparken , bir taraftan da sohbet ederdik . Eğer evinizden , ailenizden uzaktaysanız , kendinizle , bilincinizle baş başa kaldığınız zaman evinizden başka dünyanın hiçbir yerinde bulamayacağınız bir şeyin , çok değerli bir şeyin özlemini duyarsınız hep içinizde : Aile ortamı , o neşeli ve sıcak aile ortamı . Sohbetlerini özlersiniz , şakalarını , gülüşmelerini , hatta tartışmalarını . Elbette bu özlemi - biraz olsun – giderecek tek şey , yine bir insan olacaktır ve onunla yapılan neşeli ve sıcak konuşmalar…Fakat yine de Goethe’nin şu cümlesini unutmamak gerekiyor :


“Yerinde duramayan bir gezgin bile sonunda vatanını özler ve kulübesinde , eşinin koynunda , çocuklarının arasında , hepsine ekmek edinme uğraşısında dünyanın enginlerinde boşuna aradığı sevinci bulur .”


Sıradan bir Cumartesi günüydü . Fakat sıradan bile olsa , Cumartesi gününün en sevdiğim günlerden biri olduğunu söylemeliyim . Benim odamdaki herkes için ve hemen solumuzdaki odada bulunan kişilerden ( biri hariç ) herkes için oldukça sıradan bir gündü . Güne olağan bir başlangıç yapamayan ise , Alper diye sözünü ettiğim dostumdu . Sabahın erken saatlerinde “Yasemin” adlı kız arkadaşıyla tatsız bir telefon görüşmesi yapmıştı . Zaten hafta başından beri de araları pek iyi değildi . Ama daha önce onu hiç bu kadar üzgün görmemiştim . Yatağında başı öne eğik bir şekilde oturmuş , düşünüyordu . Avuç içinin bileğine yakın olan kısmı şakak kemiklerine değecek şekilde ellerini başının önünde birleştirmişti . Israrla yüzünü bizden , belki de bizi “biz” yapan güçten gizler gibiydi . Lakin onun ruh halini anlayabilmem için mutlaka yüzünü görmem gerekmiyordu . Onu anlayabilmem için aşk ile ilgili kişisel deneyimlerimi – iki küçük kişisel deneyimi – anımsamam yeterli olacaktı . Bilincimde yaptığım uzun kazıdan sonra Alper’in yaşadığı içsel bunalımları anlamlandırabilmiştim : O , kesinlikle dayanılmaz aşk acıları çekiyordu…

“Ne oldu dostum ?” diye sordum çekingen bir sesle .

“Tartıştık .” dedi kararlı bir sesle .


Bu ılık sonbahar gününün hüzünlü parlaklığı odanın penceresinden içeriye doğru süzülüyordu yavaş yavaş . O an yüzünü benden ve odadaki herkesten gizlemeyi başardığını , ama bizi “biz” yapan güçten yüzünü gizleyemediğini ve gizleyemeyeceğini ayrımsadım . Lakin onunla konuşmaya çalışmanın da bir faydası yoktu . Bir süre benliğiyle baş başa kalması gerekiyordu . Onu yalnız bırakmak , şu an için yapılacak en akıllıca şeydi .

“Pekala dostum , konuşmak zorunda değilsin . Ama uygun bir zamanda bu konuyu konuşalım , tamam mı ?” dedim samimi bir sesle .

“Tamam .” dedi hüzünlü bir sesle .


Akşam olduğunda Alper ve ben oldukça fazla olan hafta sonu ödevlerimizin başına geçtik. Tabii ki ; yine tatlı bir sohbet eşliğinde yapıyorduk ödevlerimizi . Genelde okul hayatımız ile ilgili olarak konuşuyorken , bir ara Alper ilginç bir soru sordu :

“Şu oturduğumuz masa ne ifade ediyor senin için ?”

“Dört ayaklı , sıradan bir eşya . Başka ne ifade edebilir ki benim için ?”

“Düşün dostum , düşün ! Masalar çok şey ifade ederler .”

“Seni anlamakta güçlük çekiyorum dostum . Ne demek istiyorsun ?”

“Dünyanın en önemli kararları masa başında alınır , bunu bilmiyor musun ? Ulusların iç ve dış politikaları , şirketlerin yönetim stratejileri , bir ailenin ekonomik programı , iki sevgilinin gelecekle ilgili tasarıları , iki dostun yaşama ilişkin görüşleri hep masa başında konuşulur . Mesela belki de bir ömür boyu beraber olacağın insanla ilk adımı yine bir masada atarsın , öyle değil mi ?”

“Evet , gerçekten de öyle . Bunu hiç düşünmemiştim .”

“En önemli ve en değerli şeyler , hayatın sıradanlığında farkına varamadıklarımızdır . Bu nedenle önemli ve değerli şeylerin farkına varabilmek için yaşamın basit kurallarının ve basit gerçeklerinin dışına çıkmalıyız .”

“Seni çok iyi anlıyorum . Peki , sence de hayat bir kumar mı ?”

“Hayatın bir “şans oyunu” olarak görülmesi doğru olabilir , ama ben hayatın yalnızca basit kuralları olan bir oyun olduğuna inanmak istemiyorum . Çünkü buna inanırsam , yaşamım boyunca yeterince özgür olamayacağımı düşünüyorum . Bence özgürlüğün olmadığı bir ortamda iyi bir yaşamdan bahsedilemez .”

“Haklısın galiba . yaşam bana hala -20.yüzyılın son çeyreğinde ve Türkiye’de doğmuş olmama rağmen – alabildiğine geniş bir şeymiş gibi geliyor . Sınırları kolay çizilemeyen , herkesin beklentilerine mümkün olduğunca karşılık verebilen , kimseyi zorla köle yapmayan bir şey herhalde yaşam .”



Alacakaranlık sinsice gecenin yerini almış , yazgısına boyun eğmeye hazırlanırken , bir baykuş uğultusu , zamanın ve bildiklerimizin çok ötesinde başka seslerin ve bu seslerin içinde de başka renklerin yaşamın içinde yer aldığını hatırlatmıştı bize .Yaşam hakkında çok az şey biliyorduk aslında . O kadar az şey biliyorduk ki ; alacakaranlığa bakarak yeni başlayacak gün ile ilgili olarak söyleyebileceklerimiz kadar az şey söyleyebilirdik yaşam hakkında…

Ve işte keyifli Pazar sabahı… Sonbaharın keyifli yanları da vardır aslında . Öncelikle insana mutluluk veren bir yenilenmenin belirtileri görülür sonbaharda . Örneğin ağaçların yapraklarının dökülmesi , yerine yenilerinin geleceğinin belirtisidir . Gerçek dünyadan sıyrılıp , ruhumuzun dünyasına geldiğimizde ise , sonbaharın , yeni umutların yeşereceğini , yeni fırsatların doğacağını bize müjdelediğinin farkına varırız . Bu yüzden kim ne derse desin , sonbaharı seviyorum ben . Lafı yine uzattım galiba . Öyküyü anlatan kişi , gereksiz süslemelerden kaçınmalı . Hikayeye devam etmeden önce kendi kendime soruyorum : Nasıl bir karakterim ben ? Analitik düşünen , özgür , farklı ve karmaşık olan ve gerçekle uyum bozukluğu yaşayan bir paranoyak . Aynı zamanda güçlü , cesur ve zekiyim ben .

“Hey ! Kendini biraz fazla övmedin mi ?”

“Sen de kimsin ?”

“Ben seni biçimlendiren , yaratan kalemim . Varlığını bana borçlusun .”

“Hayır , hiç de değil . Senin buyruklarına uymak istemiyorum ben .”

“Uymak zorundasın . Kalemler ve karakterler kölelik düzeninin olduğu bir dünyada yaşarlar . Burada köleler karakterlerdir , onların efendileri ise , kalemlerdir .”

“Ama bazen kalemler de köle olabilirler .”

“Haklı olabilirsin . Sonuçta seninle iyi geçinmek zorundayım . İstersen , benim buyruklarıma uymayabilirsin .”

“Teşekkür ederim . Şunu bilmelisin ki ; önceleri beni sen yönlendirirsin , fakat öyle bir an gelir ki , ben seni yönlendirmeye başlarım . Hoşça kal dostum !”

“Hoşça kal !” dedi kalem tatmin olmuş bir sesle .


Tekrar öykümüze dönelim isterseniz : Bu ( bana göre ) güzel sonbahar gününde Alper’in üzüntüden çirkinleşen yüzü içimi burkuyor , her zaman yeni tasarılar ve yeni yaratılarla meşgul olan zihnim , “güzellik kavramının değişkenliği” üzerine yeni tezler ortaya atıyordu . Öğrenci yurdunda bulunan pek çok kişi bu güzel tatil gününü iyi bir şekilde değerlendirmeyi düşünürken, o , kendisini odaya hapsetmiş , sürekli kız arkadaşı Yasemin’i düşünüyordu . Akşam oluncaya dek onu defalarca aramış , ama bir türlü ona ulaşamamıştı . Çünkü Yasemin bilerek telefonu açmıyordu . Belli ki ; Alper’e çok kızmıştı . Gece olup da , Yasemin Alper’e telefon edene ve aralarındaki anlaşmazlık sona erene değin neden tartıştıklarını öğrenemedim . Gece olunca , yine Alper ve ben etüdün yolunu tutmuş , o saçma sapan ödevleri yapmaya başlamıştık . Tabii ki , aynı zamanda keyifli bir sohbetin de başlangıcıydı bu .


“Artık neden tartıştığınızı öğrenebilir miyim Alper ?” diye sordum meraklı bir sesle .

“ Tamam Burak , bu kadar sabırsız olma . Anlatacağım . Biliyorsun , ona bu hafta sonu Adana’da olacağımı söylemiştim . Ama bir aksilik oldu . Otobüs biletini önceden almayı unuttum ve Cuma akşamı gidemedim . Buna çok sinirlendi ve :

“Sakın beni bir daha arama ve başka bir gün gelmeyi de aklından bile geçirme !” dedi . İşte bütün mesele bu !” diyerek tartışmalarının nedenini açıklamıştı Alper .

Bu arada kısa bir açıklama yapmalıyım : Alper’in kız arkadaşı olan Yasemin , İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme bölümünde okuyordu . Alper ile ben aynı sınıftaydık ve Teknik Eğitim Fakültesi Elektronik Öğretmenliği bölümünde okuyorduk .

Açıkçası , tartışmalarının nedeni bana pek inandırıcı gelmemişti .

“Sanırım , ona verdiğin sözlerin çoğunu tutmuyorsun dostum . Bu en son yaptığın şey de onu çileden çıkardı herhalde .”

“Galiba öyle Burak . Fakat bunun ne önemi var . Artık barıştık . Yine o iki eski çılgın aşığız biz .”

“Seni kıskanıyorum , biliyor musun ?”

“Neden ?”

“Aslında bunun iki nedeni var .”

“Birinciden başlayalım öyleyse .”

“Birincisi , 21.yüzyıla girdiğimiz şu dönemde böylesine uzun süreli bir birlikteliğe sahipsin . Karşılıklı bir aşk yaşıyorsun .”

“Peki , aşk kıskanılacak bir şey mi sence ?”

“Eğer aşkı yaşayan kişilerin soylu birer yürekleri varsa ve aşkın gerçek doğasından haberdarlarsa , evet , kıskanırım ben o kişileri . Aşkın gerçek doğası , soylu yüreklere altın harflerle kazınmıştır . Bu altından harflerin oluşturduğu hazine , kişiye hayatı olanca genişliğiyle kavrama gücü verir . Kişi , bu hazineyi bulunca görünmez doğasının keşfini de tamamlamış olur.”

“Söylediklerine bakılırsa , bayağı şanslı biriyim ben . Evet , Yasemin ve benim soylu birer yüreğimiz var ve aşkın gerçek doğasından da haberdarız . Dolayısıyla beni kıskanmakta haklısın. Bu arada daha önce iki kızı sevdiğini anlatmıştın . Onlardan bahsetmek ister misin ?”

“Biri gerçek bir yanılgıymış . Bunu şimdi anlıyorum . Diğerini ise , tüm kalbimle sevmiştim . Lakin o , beni aşağılamakla yetindi . Gözlerindeki küçümseyen bakışları hayatım boyunca unutamam . Dostoyevski’nin “Kumarbaz” adlı romanındaki bir cümleyi hatırladım şimdi : “Aslında , kişinin küçülmesinde , alçalmasında bir haz vardır .” Dostoyevski ile bu konuda bir fikir birliği içerisinde olmam mümkün değil . Çünkü bu küçümseyen bakışlardan o an için haz duymamıştım . Şu an için de duymuyorum . Aksine o bakışları ve konuşma tarzını anımsadıkça , kalbim acıyor . Bir insanın beni “küçük” görmesinden de , “büyük” görmesinden de hoşlanmam . Yani küçümsenmeyi de , pohpohlanmayı da sevmem . Dostoyevski’nin insan ruhuna ilişkin yaptığı bu çözümlemeye karşılık olarak , şunu söyleyebilirim : “Aslında , kişinin küçülmesinde de , yücelmesinde de haz yoktur . Haz , kişinin hak ettiği değeri almasında , kendisi ile ilgili olarak ortaya çıkan davranış veya tutumda kendini bulmasında saklıdır…”

“Senin adına üzüldüm Burak .”

“Üzülmene gerek yok dostum . Işıl ışıl bir gelecek bekliyor seni . Ben ise , sonsuza kadar Erkin Koray’ın “Yalnızlar Rıhtımında” , karanlığın kolları arasında yaşamak zorundayım.”

“Peki , ama neden ? Neden sen karanlığın kolları arasında yaşamak zorundasın ?”

“Aşkın uğramadığı yer karanlıktır , sadece karanlık…”

“Korkarım , haklısın . Fakat eminim ki , sen de aradığın kişiyi bulursun . Nasıl birini arıyorsun dostum ?”

“Kızları ve kadınları dört grupta toplayabiliriz : Güzel olduğu için her şeyi elde edebileceğini sananlar , çekici olduğu için her şeyi elde edebileceğini sananlar , akıllı olduğu için her şeyi elde edebileceğini sananlar ve bu üç grubun dışında kalanlar . Benim aradığım kişi , bu üç grubun dışında kalanlardan biri olmalıdır .”

“Sen bir roman karakteri arıyorsun Burak . Ama yine de sana “İyi şanslar !” demekten başka yapacak bir şey yok gibi görünüyor . Beni kıskanmanın ikinci nedeni nedir ?”

“Sen kendini gerçekleştirmesen bile , bu amaca yaklaşmış gibisin . Bu da insanı mutlu eden en önemli olaylardan biridir . Ben psikoloji alanındaki bazı kuramcıların ortaya attıkları “kendini gerçekleştirme” kavramına inanmıyorum . Bana göre , en büyük kaşif , asla kendini gerçekleştiremeyeceğinin farkına varmış olandır . Lakin en azından senin gibi , bu amaca yaklaşmış olmak , beni mutlu ederdi .”

“Bunlar gerçekten çok büyük laflar Burak . Böyle sözler söyleyebildiğine göre , ben , hayatta iyi yerlere geleceğine , mutlu olacağına inanıyorum .”

“Bu güzel temennin için teşekkür ederim .”

“Ben uyumaya gidiyorum dostum . İyi geceler !”


Bu alışılagelmiş dilek sizi yanıltmasın . Elbette gece değildi . İçimdeki büyük şair yine konuşmaya başlıyor anlaşılan . Gelin , kulak verelim ona . Şairane sözlere bugünlerde daha çok ihtiyacımız var :

“İşte yine alacakaranlık ! Birazdan ruhumun her köşesi gibi , bu durağan şehrin her köşesi de devasa bir ışıkla aydınlanacak !..”

İşte tam bu anda gözlerim , insanlar ile masalar arasındaki gizli bağlılığın farkına varmış birinin gözleri olarak önümdeki masanın koyu mavi çizgileri üzerinde dolaşıyordu . Mevsim sonbahardı , ama ben kendi ülkemde baharın sonuna gelmiştim bile . Bu bir veda idi aslında . Gerçekte hüzünlü mü , yoksa sevinçli mi olduğunu tam olarak bilemediğim bir veda . Bahara veda… Ben bilinmez bir ruh haliyle bahara veda ederken , önümde bir gökkuşağı gibi uzanan yazdan çok şey bekliyordum . Daha önceden sevdiğim o iki kızı da “Yanlışlar Ormanında” yanlışlarıyla birlikte yalnız bırakıyordum . Bundan sonra beni bilginin ısıtan ve göz kamaştıran ışığı saracaktı . Bir yanlışımı düzelterek başlıyorum yaza : Aşkın değil , bilginin uğramadığı yer karanlıktır , sadece karanlık… Aşkın uğramadığı yer , cennete özgü bir aydınlıkla kaplıdır . Aşk , uğradığı yeri bir cehenneme çevirir . Hele yaşanan bu aşk , modern dünyanın materyalist zemini üzerine inşa edilmişse , işte o zaman yok olmaya mahkum olan bu aşktan geriye iki yaşayan ölü kalacaktır . Kapitalist dünyanın aşk anlayışı , cehenneme özgü bir aşk anlayışıdır . Yine de , “Aşk uğradığı yere aydınlatır , hatta cennete çevirir…” diyor ve yanıldığımı düşünüyorsanız , bu “materyalist” ve “para delisi” dünyanın içerisinde başka bir dünya yaratmışsınız demektir . Fakat böyle bir dünya yaratmak , ve yaratılan bu dünyayı ayakta tutmak için yeryüzünün en büyük savaşçıları olmanız gerektiğini de unutmamanız gerekir . Ben , bundan sonra Konfüçyüs’ün şu cümlesini hiç aklımdan çıkarmamayı düşünüyorum : “Hiç kimseye olduğundan fazla değer verme , kendi değerinden kaybedersin .” İçimde doğayla ve sanatla beslediğim aşkı , onu hak edene verebilirim ancak . Televizyon dizilerinin sulandırılmış aşk hikayelerine de , bu içi boş kutunun , bu dar kalıplar arasına sıkışmış ekranın insanların zihnini , yaşam şeklini kontrol etmek için uydurduğu sahte güzelliğe sahip , yalandan ve kokuşmuş dünyalara da karnım tok benim . Ancak doğayla ve sanatla beslenen aşk , uğradığı yeri aydınlatabilir . İşte o zaman meleklere özgü bir dünya , cenneti andıran bir evren kurulabilir iki kişi arasında…

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Bahara veda Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Bahara veda yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
BAHARA VEDA yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL