2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2076
Okunma

Şimdi size gerçekte çok “trajik” bir yanı olan bir oyundan bahsedeceğim : Üzerinde yaşadığımız dünyanın birçok yerinde , çocuk , genç , yetişkin , yaşlı ayrımı yapılmaksızın , her yaştan insanın oynadığı ; fakat bir türlü bunun bir “oyun” olduğunun farkına varamadığı bir oyun bu… Mutluluk oyunu…
Jonathan Nolan’ın senaryosunu yazdığı , Christopher Nolan’ın ise , yönetmenliğini üstlendiği “Memento” ( “Akıl Defteri” adıyla gösterime girdi . Bu kelimenin ( memento ) Türkçe’de benim bulabildiğim karşılığı , “yadigar” kelimesidir ) adlı , muhteşem zekasıyla öne çıkan filmde , filmin baş karakteri olan Leonard’ın ( Guy Pearce canlandırmıştı bu karakteri ) şöyle bir repliği vardı hatırladığım kadarıyla : “Mutlu olmak için herkes kendine yalan söyler .” Bu cümleden hareketle şunu söyleyebilirim : Kapitalist dünyamızda oynanan bütün mutluluk oyunları , bir yalanla başlıyor ; belki de tümüyle yalanlardan oluşuyor . Bir insanın en dürüst davranması gereken kişi , kendisidir . Düşünmeyi öğrendiğimden beri , inandığım en önemli cümlelerden biridir bu . Ben bu yüzden kendime – hemen hemen hiç ( aslında hiç söylediğimi hatırlamıyorum ) – yalan söylemem . Çünkü mutluluğu kendime yalan söyleyerek aramam , mutluluğu oyun oynayarak aramam . Peki , çağımızın insanı ne yapıyor ? Başkalarına yalan söylemenin yanı sıra , kendisine de sürekli olarak yalan söylüyor . Gündelik yaşamın içinde bulamadığı mutluluğu , siyahın en koyu tonlarındaki renklerden oluşan bu yalanlarda arıyor . Ve bence pek çok konuda hata yaptığı gibi , bu konuda da hata yapıyor . Bu aşamada son olarak şunu söylemek istiyorum : İnsanın , kendine yalan söyleyerek mutluluk arayacağı yerde , kendine itiraf ettiği , kişisel bir gerçekle acı çekmesi daha iyidir . Çünkü bu kişisel gerçeğin insana vereceği acı , kendisine söylediği herhangi bir yalanla mutlu olamayacağını anladığı anda duyacağı acıdan daha az şiddetli olacaktır…
Sözünü ettiğim bu mutluluk oyunlarının doğasında çok önemli bir gerçek daha yatıyor : O da , bu oynanan oyunların sonucunda elde edilen şeyin “koca” bir hiç olmasıdır . Goethe’nin “Genç Werther’in Acıları” adlı , mektup-roman biçimindeki olağanüstü romanında şöyle bir cümlesi vardır : “Mutluluk yalnızca yüreğimizde mümkündür .” Oysa bahsi geçen mutluluk oyunlarının hiçbirinde yürekte hissedilen bir duygu yoktur . Lütfen , bana söyler misiniz ? Kısa süren , ciddiyetsiz ( iki insandan çok , iki bilinçsiz yaratığa yakışan anlamında ) ilişkilerin yaşandığı süreç boyunca – şu sıralarda böyle ilişkilere “aşk” diyorlar ( tabii ki , yine yanılıyorlar ) – kim yüreğinde parlak, aydınlık bir duygu yaşamıştır . Kim barda , diskotekte , gece kulübünde ( şimdilerde yaz ayları için özel olarak tasarlanmış “beach clublarda” ) dans ettiği süreç içerisinde yüreğinde parlak , aydınlık bir duygu yaşamıştır . İnsan , bu anaokulu seviyesindeki , hatta “seviyesizlik” seviyesindeki sözlerle bezenmiş ; tek düze , niteliksiz ve az emek harcanarak ortaya çıkarılmış bu şarkıları kulakları sağır edercesine dinlerken – üstelik sözleri ve müziği önemsemeden , “bilinçsizce” dinlerken – yüreğindeki hangi sesi duyabilir ki ; dahi Fransız besteci Georges Bizet’in müziği gibi , parlak ve aydınlık olan sesleri , yani mutluluğu duyabilsin !.. Mutluluk bir bilinçsizlik hali değil , aksine oldukça yüksek düzeyde bir bilinçlilik halidir… Üniversitede görmüş olduğum psikoloji derslerinden birinde , dersi anlatan öğretim üyesi , “iyimserlik” ile “Polyannacılık” adlı oyunun birbirine karıştırıldığını söylemişti . İyimserlik , masanın üzerinde duran ve içinde küçük bir parça ( bir dilimden küçük bir parça ) kek olan tabakta , “bütün” bir dilim keki görmektir. Polyannacılık ise , masanın üzerinde duran boş tabağın içinde “ bir dilim kek” görmektir . Mutluluk oyunu ise , çevrede hiçbir şey olmamasına rağmen , bir ev , evin içinde bir oda , odanın içinde bir masa ,masada bir sandalye , masanın üstünde bir tabak ve tabağın içinde de bir dilim kek görmektir . Yani kendi kendini kandırmanın zor bir yoludur mutluluk oyunu…
“Peki , senin mutlulukla ilgili olarak söyleyebileceğin ne var ?” diye bir soru sorabilirsiniz bana . Ben de büyük bir zevkle cevap verebilirim bu soruya . Metin Tükenmez’in Radikal gazetesinde 1 Ocak 2000 Cumartesi tarihli , “Milenyuma Merhaba !” adlı bir köşe yazısında , şöyle bir cümle var : “Mutluluk bilgi işidir ; fark etme , ayırt etme ve düşünüp yorumlayabilme işidir .” Aslında güzel olan dünyamızda yaşanan bütün mutsuzlukların ana nedeni , bu cümleyi anlayamamak ya da gündelik hayata uygulayamamaktan kaynaklanmaktadır . “Bilgi Çağında” yaşadığımızı söylüyoruz , ama bilgiden de mümkün olduğunca uzak duruyoruz . Bu , bence modern çağ insanının en büyük eksikliklerinden biridir . Daha doğrusu , bilgiyi sevmeyen , düşünemeyen , bilinçsizce yaşayan insana “modern” sıfatını uygun görmek, büyük bir yanlıştır . Görkemli binalar , elektronik eşyalar , göz alıcı tasarımlar modern olmanın çok küçük bir parçasını oluştururlar . Modern olmak , geçmişi yorumlayabilmek , bugün daha yararlı , daha etkin ve daha yüksek düzeyde bir bilince erişmek ve bu bilincin önderliğinde geleceğe bakabilmekle mümkün olabilir ancak…
Mutluluk oyunuyla hiçbir şeyin elde edilemeyeceğini söylemiştik . Şöyle bir cümle duyduğumu hatırlıyorum bir yerde : “Hepimizde dünyayı değiştirecek güçler vardır…” Bu cümleyi , Metin Tükenmez’in yukarıda sözünü ettiğim yazısından bir başka cümle ile birleştirip düşünmeyi öneriyorum : “Mutlu insan dünyayı değiştirecek insandır .” Bu iki cümleyi birleştirip düşündüğümüzde , her insanın mutlu olabileceği sonucuna varırız . Tabii ki ; bu cümlelerde sözü edilen “değişim” kavramı daha çok , kötüden iyiye doğru gerçekleşen bir değişimi ifade etmektedir . Çünkü dünyamız sürekli olarak kötüye gitmekte , gittikçe daha mutsuz ve daha huzursuz olmaktadır . Dünyayı değiştirecek olanlar , yalnızca siyasetçiler , sanatçılar , bilim adamları değil ; bu dünyanın parçası olan tüm insanlardır . Dolayısıyla hem kendi mutluluğumuz , hem de dünyanın mutluluğu için güçlerimizi birleştirebilir ve dünyayı birlikte değiştirebiliriz…
Aslında mutluluk ile ilgili olarak söylemek istediğim çok şey var , ama benim söylemek istediklerimin çoğunu , pek çok konuya pek çok kişiden farklı ve kapsamlı baktığını düşündüğüm , büyük edebiyat adamı Goethe’nin yazımın üçüncü paragrafında sözünü ettiğim romanının bir bölümünde söylediğini düşünüyorum :
“En mutlu insanlar , çocuklar gibi günü gününe yaşayanlar , oyuncak bebeklerini hep beraberinde taşıyıp onlara yeni yeni giysiler giydirenler , annelerinin şekerli çöreği kilitlediği çekmecenin etrafında dolanıp ellerine geçirmek istediklerini ağızlarına tıkıştırarak yedikten sonra : “Daha yok mu ?” diye bağıranlardır . Ama kendinden hoşnut olan başka insanlar da vardır : Alçakça işlerini , hatta sözde tutkularını , görkemli başlıklar altında sunup bunları insanlığı esenliğe kavuşturacak dev tasarılar olarak bütün insan soyunun borç hanesine yazanlar da mutludur . Böyle olmak da var ! Ama her şeyin nereye varacağını alçakgönüllülükle kestirebilen , nasıl hali vakti yerinde her vatandaşın kendi bahçesini bir cennete benzetmek için hamaratça ekip biçerken , mutsuz olanların da taşıdıkları yükün altında soluk soluğa yollarına aldırmadan devam ettiklerini gören ve herkesin aynı ölçüde bu güneşin ışığını bir dakika daha fazla görmek için can attığını bilen kimseler , evet , işte onlar suskunluğu yeğler ve dünyalarını kendi içlerinden yola çıkarak inşa eder , bir insan olmaktan da başlı başına bir mutluluk duyarlar . O zaman bu kimseler , tüm sınırlanmışlıklarına rağmen yüreklerinde hep özgürlüğün tatlı duygusunu taşırlar , istedikleri zaman bu zindandan çıkabileceklerini de bilirler .”
Goethe , burada üç farklı mutluluk tablosu çizmiştir . Rasyonalist ve realist bir yana sahip olmanın neredeyse kaçınılmaz olduğu günümüz dünyasında , ilk mutluluk tablosu en kısa süre içerisinde yok olmaya mahkumdur . Ben kendi açımdan , böyle bir yaşam şeklinin çok az üretken olacağı kanısındayım . Oysa “tüketim çılgını” haline gelen dünyamızın “fazlasıyla üretken olan” insanlara her zamankinden daha çok ihtiyacı var . Lakin insan yine de , her zaman bir çocuk yanının olduğunu hatırlayabilmelidir . Çizilen ikinci mutluluk tablosuna baktığımız zaman , burada sözü edilen insanların dünyanın mutsuz ve huzursuz olmasında başrolü üstlendiklerini anlayabiliriz . Bana göre , modern dünya insanına gerekli olan mutluluk tablosu , Goethe’nin en son – üçüncü olan - olarak çizdiği mutluluk tablosudur . Bence mutluluğun sırrı , bu yaşam şeklidir . Ancak böylelikle daha üretken , daha verimli , daha çok sevgiyle dolu ve sonuç olarak , “daha mutlu” insanlar olabilir ve hızla kötüye doğru giden dünyayı yolundan çevirip , iyiye doğru gitmesini sağlayabiliriz…
Mutluluğun sırrı , dünyayı kendi içinden yola çıkarak inşa etmektir . Ve insan öncelikle bir insan olmaktan dolayı başlı başına bir mutluluk duymalıdır…