8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
991
Okunma

.................................
Bu aralar canı sıkkındı Roni’nin...
Ruhunu esir alan bir şeyler vardı, tanımlamadığı cinste... Artık ne rahat uyku çekiyordu, ne de yeni günlere mutlulukla uyanıyordu...
Eski duruşundan eser yoktu, ortalıkta. Ortalıkta dağılmış, hayalleri parçalanmış, adımları yara almış, duyguları karmakarışıklaşmış bir Roni iskeleti vardı...
Ediyor edemiyor mutluluğa, huzura yaklaşamıyordu. Sanki birileri tarafından engelleniyordu. Sanki üç harfler onu esaret altına almış gibi kendini hissediyordu...
Zavallı bir durumun ortasında buluyordu kendini, ne zaman ki aynalarda süratına baksa. Ne zaman ki konuşmaya başlasa, kelimeleri eveleyip geveleyip duruyordu. İki kere ikinin dört ettiğini söylemez bir resimdeydi portresi...
Anatomisi bozuklar veriyordu, geçen her anda...
Ne olmuştu da şehrim, nehrim ve şiirim dediği Mardin’de huzursuzdu şimdi?...
Sokakları bol olan Mardin’de Roni çıkmaz sokaklardan çıkamıyordu bir türlü. Bir türlü üzerindeki kara bulutları dağıtamıyordu. Bir türlü kendini toparlayamıyordu. Oysa Mardin ve semaları daima beyaz ve mavi renklere gebeydi uçurtmalar eşliğinde onun için. Oysa taştan yapılma Mardin kenti havasıyla, suyuyla ona iyi geliyordu...
Bu aralar yerinden duramıyordu Roni. Bir çare, bir derman bulmak istiyordu içinde düştüğü sıkıntıya. Alışkın değildi hüzne. Alışkın değildi başı boşluğa. Alışkın değildi hazan yapraklarına. Alışkın değildi acıların çocuğu gibi takılmaya, ya da o halde görülmeye başkalarına...
Ruhunu teslim alan bu halden bir önce kurtulmak için, Mardin Kalesi dibindeki, mezopotamya ovasına tüm ihtişamıyla bakan Zinciriye Medresesi’nin imamının yanına gitmeye karar verdi... En iyi dostu olan Ali, bu imamı tavsiye etmişti ona...
İmam Alaaddin, Mardin çevresinde tanınan alim ve bilge bir büyük zattı. Karargahı daima ziyaretçilerle doluydu. Sabah akşam dertleri dinlerdi Roni gibi kötü durumlara düşen insanların. 50 yaşında, beyaz sakallı, mübarek bir İmamdı. Beş kızı, hiç oğlu olmamıştı. Ona bakan, alnından nur ışığı görüyordu hemen. Adam gibi adam, sözü dinlenilir biriydi kısaca...
Selam fasıldan ve imamın pamuk ipliğindeki ellerini öptükten sonra, Roni direkt derdini anlattı bir bir. Nasıl bocalandığını, ne yapıp edip kendine gelemediğinden dem vurdu el divane otururken Bilge Alaaddin’in karşısında...
Bilge Alaaddin, Roni’yi dinler dinlemez teşhisi koydu:
---Evladım, gençsin daha. Daha 18 yaşındasın. Dünyanın bitmez zevkleri, gözlerini içine almış renkleri ve sözde güzellikleri seni kuşatmış. Sen aklına göre, apak kalbine göre değil de nefsine göre hareket ediyor, öylece düşünüyorsun...
Roni:
--- Hocam bu büyük felaketten nasıl kurtalabilirim? Ben de böyle olmaktan son derece rahatsızım...
Bilge Alaaddin:
--- İlk önce kendini seveceksin. Önce kendine saygı duyacaksın. Önce kendine söz vereceksin. Önce sen..
Roni, heyecanla araya girdi:
---Sonra, sonra?...
Bilge Alaaddin gülümseyerek:
---Evladım, dünya sensin. Sana zarar veren ne varsa ondan uzak durmaya özen göstereceksin. Bir kere şeytanlıklarla dolu olan interneti zaruri ihtiyaçların dışında kesinlikle kullanmayacaksın. Saatlece bilgisayar başında beklediğinden, kendini kaybediyor, sanal bir adam oluyorsun...
’Sen sen ol rahat ol. Dışarılarda gezmeye çık. Allah’ı bilen kişilerle dost ol. Tüketmekten çok, üret. Harcamaktan çok, ek. Vakit öldürmekten çok, saliselerini bile dolu dolu değerlendir’...
Roni, öylece Bilge Alaaddini dinliyordu. Dinledikçe damarlarına eski Roni yayılıyordu. Dinledikçe huzura kavuşuyordu...
......................................
MESELCİ
15 Eylül 2009,,,
Mardin