11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1402
Okunma
Kürt açılımı, demokratik açılım, alevi açılımı, müslüman açılımı.
Ne çok açılımımız var değil mi?
Aslında bu kadar çok açılıma ihtiyaç duyuyor olmamız bir anlamda ülke olarak nerede olduğumuzun da göstergesi.
Dört dörtlük hallettiğimiz, yerli yerine oturtabildiğimiz doğru dürüst hiç bir şeyimiz olmamış meğerse bugünlere kadar.
Halkı hep tebaası olarak görmüş yönetimi elinde tutan güç sahipleri.
Halkı hep devletine hizmetkar olarak görmüş.
Halk malıyla, kanıyla, canıyla devletin her istediğinde emrinde olmalı bu anlayışa göre.
Halka yapılan yanlışlıklar hep sineye çekilmeli, yanlışı yapanı mahçup etmemek için üzerine gidilmemeli, hatta kimsecikler bilmeden, bildirmeden yapılan yanlışlar unutulmalı, unutturulmalı. Halka karşı suç işleyenler cezalandırılırsa çünkü, "halkın devletine güveni azalır, çizilen imaj zedelenir" korkusu yerleştirilmiş yıllardır akıllara.Tam tersi söz konusuyken oysa.
Halk devletine hizmetkar olunca doğal olarak, bir de devlet adına halktan hizmet alan "kurum ve kişiler" zümreleri peydahlanmış oluyor.
Ben devletim diye düşünerek, kendisine hizmet etmesi gerektiğini düşündüğü halka tepeden bakan bu zümre kısaca, bürokrasi.
Seçimle halk tarafından getirilip götürülemiyor bu zümre.
Kendi varlıklarını yine kendilerine göre düzenledikleri darbe yasalarından sağladıkları güçle sürdürüyorlar. Aralarına aldıkları, yine kendi misyonlarını sürdürecek kişilerden oluşuyor. Kendilerinden hesap sorulamıyor, başarısız olanları seçilmişler tarafından kolay kolay yerlerinden oynatılamıyor.Kimi zaman açıkça suç işleyenleri dahi, yasalar farklı yorumlanarak ya da "devletin saygınlığı, ululuğu, yüceliğı" kullanılarak kendilerine sıvadıkları dokunulmazlık kalkanlarıyla örtbas ediliyor.
Oysa bizzat devletin kendisi varlığını halka borçlu.
Halk yoksa, millet yoksa, ortada yönetecek bir devlet olmasına da gerek yok.
Vatan da aynı şekilde, millet yoksa sadece bir "toprak parçası".
Aynı şekilde halkın seçtiği meclis de, kendi içinden çıkardığı ordusu da halk yoksa hiç bir şey ifade etmez.
Bir kutsallık verilecekse devlete, vatana, orduya, halkın meclisine vb. bu sadece, bu değerleri "bu halk, bu millet" ürettiği için kutsaldır.
Kutsal olan milletin kendisidir asıl.
Milletin kendisini ve kutsiyetini temsil etsin diye görevlendirdiği ya da seçtiği kişi ya da kurumlar, kendilerine milletin üzerinde bir kutsallık biçmemeliler.
Varlıklarını millete borçlu olduklarını ve sadece, ama sadece içinden çıktıkları milletin emrinde, onun refahı, mutluluğu , huzuru için çalışmaya memur edildiklerini unutmamalılar.
Gereksiz egolarla kendisini görevlendiren halka karşı üstünlük taslamamalılar.
Peki milletin görevlendirdikleri, milletine karşı, onun değerlerine karşı saygılılar mı?
Milletin kendilerine verdiği ayrıcalıklı bu "millete hizmet etme görevi" nedeniyle edindikleri yetki ve güçleri, kendi çıkarları için, kendi iktidarlarını sürdürmek için kullanıyorlar mı?
--/--
Bugüne kadar halkın bireysel, toplumsal, dini, kültürel değerlerine yeteri kadar saygı gösterildiği söylenemez.
İşte yazının başındaki bir sürü açılım çeşidi de bu eksikliklerden doğdu zaten.
Üniversitelere kayıtların başladığı bu günlerde hala başıörtülü diye öğrenciler okuların kapılarından geri çevrilmekte.
Kimin ne menfaati vardır bu durumda.
Kim güç kaybetmekten korkmaktadır.
Millet adına kim bu kararları alıp uygulamaktadır?
Milletin ne yararı vardır bunda?
Zararı az mıdır millete?
30 Ağustos resepsiyonunu izledik gazetelerde ordumuzun verdiği.
Fotograflardan görebiliyoruz, Ergenekon Terör örgütü olduğu idddia edilen davada zanlı olarak yargılanan bir yüksek yargıcımızın eşi törende boy gösteriyor.
Yine bir büyük kentimizin Ticaret Odası başkanı da yine bu ETÖ davasından sanık olarak yargılanırken ordunun resepsiyonunda boy gösteriyor.
Muhtemeldir ki, yargılanmaları sürerken davet almışlar.
Hiçbirisi de, "Hakkımda süregelen bir dava var, henüz aklanmadım, resepsiyona katılmayayım da, yıpratmayayım orduyu" diye düşünmeyip gülücükler saçarak katılmışlar toplantıya.
Yargılandıklar örgüt hakkındaki iddialar arasında, emekli/ muvazaf bir çok ordu mensubuna suikast düzenlenmesi, devletin yargıçlarına suikast düzenlenmesi, aydınların katledilmesi, dağlarda şehit olan Mehmetçiklere kurşun sıkan PKK örgütü ile ilişkileri olması da sayılıyor.
Böyle bir örgütten yargılanan zanlılar aklanmadan, ordunun düzenlediği bir resepsiyona davet edilebiliyorlar ve katılabiliyorlar.
Diğer taraftan, ordunun başkomutanı olarak bilinen Cumhurbaşkanının eşini, başbakanın, meclis başkanının eşini ise göremiyoruz etkinlikte.
Eşsiz davet edilmişler çünkü.
Eşlerinin başları örtülü çünkü.
Haklarında süregelen, bir terör örgütü üyesi olma iddiası nedeniyle bir davaları yok.
Milletin büyük çoğunluğu nasıl yaşıyorsa, nasıl giyiniyorsa öyle giyiniyorlar.
Görevlerine seçimle geliyorlar, halk ya da meclis tercih etmediğinde görevlerini başkalarına teslim edecek konumdalar doğal olarak.
Ama, milletin içinden çıkan bir kurum içerisinde, milletin değerlerine uygun yaşantı süren, halkın direkt ya da dolaylı desteğini almış kişiler, ETÖ zanlılarının gördüğü kadar itibar göremiyor.
Halkın dini örgütlenmeleri, cemaatlere katılması, kuran kurslarına çocuklarını göndermesi, dini etkinlik düzenlemesi, masonlar, rotaryenler kadar dahi olsa tarikatleşebilmesi hep yadırgandı. Fırsat bulunursa engellenmeye çalışıldı, en hafifinden sürekli aşağılanmaya çalışıldı özellikle bürokratik elit çevrelerde.
Öyleyse bu çarpıklıkları da düzeltecek başka bir açılım yapılmalı mı?
Müslüman açılımı mı olsun adı?
Ya da, daha çok ve gerçek demokrasi diyerek bütün bu sorunların üstesinden gelebilir miyiz?
Millete hizmet etmeye, milletin huzuru refahı, mutluluğu için çalışmaya hazırmıyız?
Aslında zaten milletin bu işlerini yapmakla memur edilenler bu gerçekle yüzleşmeye ve asil görevlerini yapmaya hazırlar mı?