2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1061
Okunma
Yine yeni bir gün. Yine gülücüklerin, güneşin ve yorulmuş bedenimin arkasına sakladığım küflü dertler… Her şey yalan. Bir boşluk var ki önünde, tutun tutunabilirsen!
Bu şehirde kimsem yok. Ben gelmişim yüreğimin çağrıldığı yere, yüreğim uzaklara gideli çok olmuş meğer… Dağlar var bulanık ve sisli. Sanki bağrına bin acı çökmüş dağların. Kımıldatamazsın yerinden. Acaba diyorum, onunda sevdiği bu şehirde de, o yüzden mi sahiplenmiş olduğu yeri…
Karşımda, uzaktan bakınca yabancı gelebilecek biri duruyor. Kırılganlığını, içindeki isyanı düşünemeyecek kadar yorgunum.
Dünyada yalnız ben mi kaldım ki! … Kayalar yok mu? Buzulları kırsam arınır mıyım? Sulara tükürsem kurumam mı? Kıyamet koptu da, dünya battı da bir ben mi kaldım? Günahkârım da böyle mi cezalandırılıyorum?
… Karşımda, uzağında dursam beni yakın gören; yakın olsam, beni dışlayan biri duruyor.
… Bir şeyler değişiyor zamanla. Değiştiren ben miyim, yoksa kaybedilmiş o saniyeler mi? Özlediğim insanlar… Artık unutulmuş bir film müziği gibi geçmişte çalınıyor.
Kalabalıklar arasında gülümsüyor gözükebilmek çok acı. Yüreğimin girdisinde, çıktısında, en derinlerinde kimi özlediğimin bilinmesi ise, bacağımdaki gamzenin bilinmemesi gibi tahmin edilemez.
Sonu meçhul olan bir yoldayım. Köstekli saatim, kimden yadigâr unuttum. Dede yadigârı masam çok uzaklarda kaldı. Nenemin 22 ayar kolyesi ise, tüm ızdırap saatlerimde boynumda. Sanki ölüm halkam…
… Hayatta yalnızsın. Her canlı yalnız doğar, yalnız ağlar, yalnız hastalanır, yalnız ölür. Hep birlikte olduğunu sanırsın oysaki.
… Gözlerini açarsın sil baştan. Her yaşa uygun sevinçler taşır yüreğin. Elini tutan vardır, elini tutmak isteyen vardır; asla bırakan yoktur. Farkına varmazsın gün ışığının, tan yelinin, akasyaların, hanımeli çiçeğinin… Bir sen varsındır önemli olan, bir de düşüncelerin. İnsanlar çantadır senin için: Acılarını, kederlerini, sırlarını taşıyan! Yalnızlık kitaplarda geçer ve yalandır sana göre. Şarkılarda duysan bile gülersin hani. Yaşın, genç kız mutluluğudur henüz. Yanakların boya kırmızısı değildir. Heyecanın, yalanlarla tanışmamıştır. Her gün uyanırken mantıklısındır; onu görünce sersemleşirsin. İlk öpücüğünle sarsılırsın. İlk öpücük: 12 Eylül 2003’ü gösterir tarih. Yoğun güneş ışıkları, ağaçların gölgesinde asılı kalır. Başka bir ten, başka bir beden, başka bir günah, başka bir dünyadır sana yaklaşmakta olan. Sol tarafından yaklaşır sana. Hayatını kucaklar o öpüşle. Sarhoşsundur. Oysaki içkiyi bilmezsin daha. Yürümeye çalıştığında dengen kaybolur ve terliğin yırtılır. Önemli olan terliğin yırtılması, sekerek eve varman değildir; seni öpmüş olmasıdır, seviyordur. Aslında önemli olan, önemsizi önemli görmemektir.
… Geride sözlerim kalsın istiyorum. Saat belirsiz ve ben kan ter içinde bir zaman girdabındayım.’’ Ya zamanım yetmezse’’ diyorum.
Bir yığın giysim var. Her gün seçerek giyiniyorum. Renkleri yüzümü yansıtmalı ilk olarak. Bir yığın giysim var ve her gün bir yenisini taşıyor bedenim. Acılarım onlar benim, acılarımı sırtlıyorum, acılarımı sırtıma geçiriyorum.
Yüzümdeki çizgiler görünemez, görünmez. Her aynaya baktığımda yalnız bana görünen o çizgiler… Gözlerim… Gözlerim çok acıdı. Çok acı gerçeklere sahne oldu gözlerimin derinliği. Hemen makyaja başlıyorum.
Ellerim vardır, güçlü; ellerim vardır, bir daldan daha kırılgan; ellerim vardır, dokunmayı seven; ellerim vardır, içten içe dokunan. Buz kütlesine casuslar bomba yerleştirirler ve patlatırlar. Unufak olan, geçmişteki kibarlığı kaale alınmayan, bombalanmış ellerim vardır. Avuçlarımın içine dokunmak, o yazılanları görmek zor değildir. Ellerimi geri istediğimde vermediler. Selam verdiler. Artık ellerimi kullanamaz olmuştum… Peki, benim yerime onlar yazabilecekler miydi sözlerimi? Geride sözlerim kalsın istiyorum…
Şimdi, bakışlarındaki dalgaları görebiliyorum… Sabahın her kızıllığında yüzüne yansıyan o ateşin o dalgalar yüzünden söndüğünü görebiliyorum…
Şimdi, kan ter içinde kalan cümleler kuruyorum… Dilime yasak gelse de, bir zamanlar umursamaz bir çocuk gibi sana koşan cümleleri kuramıyorum… Senin giz dolu şehirlerinde hapsedilmiş başı eğik cümleler kuruyorum…
Şimdi, kendi çaldığım bir şarkıda yürüyorum… Sözleri sana ulaşamayacak bir beste yapıyorum…
Mutluluğa el sallayıp, gülümseyerek azad etmenin provasını yaşıyorum…
Şimdi, ılık rüzgârların sırası gelmeli ve esmeli. Şimdi büyüklüğü, gururu, bilmişliği, inadı, tevazuyla uğurlamanın tam vakti. Masumiyeti bulup bir çocuk çağırmanın sırası. Ve tekrardan gülümseyebilmenin.
x_saudade_x----------(tarih:fi)