4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
824
Okunma
Gördüğümüz, duyduğumuz, fark ettiğimiz tüm olaylara mutlaka bir bakış açımız vardır. Çünkü bakış, açıyla değiştiği için her açı farklı bir görüş, her görüş farklı bir anlam ifade eder.
Her şeyin zıddıyla kaim olduğu kainatta bakış açımızı ayarlarken sadece olumlu ya da sadece olumsuz yönleri değil, her iki yönü görebilecek ve anlayabilecek şekilde ayarlamak gerekir.. Çünkü baktığımızı görebilmek için önce bakmamız gerek. Sonra, bakış açımızı nasıl ayarlarsak doğal olarak olayları da öyle görüp öyle değerlendireceğiz demektir. Tabi ki bu durumda da hangi kelimeler işimize yarayacaksa o kelimeleri özenle seçerek ayarladığımız bakış açımızı yansıtacağız demektir. Bu açıyı değiştirdikçe yansıtmamızda kullandığımız kelimeler ve cümleler de farklı olacaktır. Ama eğer böyleysek baktığımızı görüyoruz diyebilir miyiz? Ya da hangi boyutuyla görüyoruz? Hani sık sık rastlarız ya:
- Ama doğrusu bu kardeşim… (İç ses: İşime böylesi geliyor… Ya da: Karaladım, küçük düşürdüm, ortalığı bulandırdım ya, önemli olan da bu…)
- Şunu şöyle yapsan daha iyi olurdu…(İç ses: Nasıl koydum lafımı ama…)
- Sana katılmıyorum kardeşim…( İç ses: Aslında niye katılmadığımı ben de bilmiyorum ama olsun menfaatim burada... Ya da: Şu adama bile kafa tuttum ya…)
Ya da şu zihniyet vardır:
- Yetki bende değil mi, istediğim gibi konuşurum, istediğim gibi kabalaşırım… ( sonradan görme kabalığı ve cehalet )
- Bence böylesi daha iyi… Ya da: Bence doğru olan bu…( İç ses: Vay be, ben de akıl satabiliyorum artık… Ya da: Yutturabildiğim kadar menfaat temin ederim…) vs…
Zaten şu ( genellikle yanlış yerde kullanılan) “bence” sözüne çok takılırım. Alternatifli bir konuda mütalaa yürütülürken “bence” diye söze başlanması normaldir. Çünkü görüş bildirilecektir. Farklı görüşler ortaya atılacak ki sinerji oluşsun. Ancak doğru ve yanlış olarak değerlendirilecek konulara, doğruluğu en ufak bir şüphe götürmeyecek konulara bile “bence” diye başlanmasında bir gariplik olsa gerek. Çünkü doğru bir tanedir. Herkes “bence” ya da “benim doğrularım” diyerek söze başlarsa milyarlarca doğru çıkar ortaya ki aslında bu yanlışlar çatışmasını da beraberinde getirir. Tabi bazen de kafa karıştırmak için kullanılır…
Yani bir olaya belli bir açıdan bakıp ona yorum getirmek mi doğrudur, yoksa bütün açılardan görmeğe, anlamaya çalışıp tamamen objektif olmak mı? Ya da sadece eleştirmek için bakıp bir şeyler söylemiş olmak, bilgiç görünmek midir amaç? Ağızı olan konuşur, eli tutan yazar elbette. Herkes özgür. Ama bu özgürlüklerimizi kullanırken ne kadar bilinçliyiz ve vicdanımız ne kadar rahat? Bakış açımızı menfaatimize göre mi, hırslarımıza göre mi, vicdanımıza göre mi ayarlıyoruz? Görmeye çalıştığımız olaylarda duygularımız ne kadar etkili oluyor? Yapıcı mıyız, yıkıcı mıyız? Derdimiz üzüm yemek mi bağcıyı dövmek mi?
İşte olaylara hırslarımız, duygularımız, menfaatlerimiz karışınca, olup biteni görememeye başladığımız zaman algılama yetimizi de kaybediyoruz. Sonra mı, her konuda fikir yürütme hastalığı. her şeye nane, çaya çorbaya maydanoz… Ya da menfaat neredeyse akıl orada bedbinliği… Ve sonuç ortada. Ne güzel söylemiş Faruk Nafiz Çamlıbel: “Gövdeler, varsa, gönüllerinden alır cevherini… “ Nerde o gönüller, nerde o cevher?... O gönüller ancak baktığını görenlerde olur.
Erol Güldiken