23
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1130
Okunma

Henüz yirmisinde, nişanlı bir genç kızdı, okulundan mezun olup, ilk öğretmenliğine başladığı günlerde..İstanbul’un çok şirin sahil kasabalarından biri olan
daki köy tuvaletine gitti.
Akşam olduğunda daha bir kalabalık oldu kahve. Sigara dumanından göz gözü görmedi. Kirden, dumandan simsiyah olan tavan, iyice görünmez oldu. Cam örtüleri çoktan kırılmış iki adet gaz lüküslerini en az birer defa fitillerini düşürüp , söverek yenilerini takıp, güç belâ yakarak tavandaki yerlerine astı babası.
Ertesi gün okul vardı ; ders çalışması gerekiyordu. Peykenin altındaki sandıktan kitap ve defterlerini çıkarttı. Boş masa yoktu. Üç kişinin oturup oyun oynadıkları bir masaya ilişti. Domina taşlarının ,tavla pullarının şıkırtısında,küfürlerin bini bir para ettiği, sigara dumanından göz gözü görmediği ortamda, ders çalışmaya uğraştı çocuk...İsmail Amca dediği, akli selim sahibi, babasına akıl veren kişi eğilip birşeyler söylerken babasına, onu gösteriyordu. Ne kadar yavaş söylese de duymuştu çocuk :
- Sen bu çocuğu bi yıkayıver bu akşam. Kokuyo ulan bu ! Sidik kokuyo !
Utandı çocuk.. Ağlayası geldi yine..Ama ağlayamadı, çünkü ağlamaktan da utanıyordu artık. Biraz sonra uyuklamaya başladı.
- İncirli ! Uyuyo ulan bu çocuk ! Yatırsana şunu yerine !
Eline tavlayı alıp peykelerden birinin ucuna koydu adam. Altına koyun postundan yapılan pöstekeyi yerleştirdi.
- Çişini ettin mi ulan ? Bak yine edersen döverim bu sefer, ona göre !
Utanarak dışarı çıktı çocuk. Kahvenin dış duvarına tutturdu yine çişini. Ocaklıktaki , bardaklları yıkamak için kullandıkları küpün musluğunda ellerini yıkayıp, doğruca babasının kendisi için hazırladığı pöstekeye uzandı. Başını tavlaya yasladı. Doğrusu çok sertti..
Üzerine de eski kumaş paltoyu örtünce babası, akşam uykusunun birinci bölümü başlamış oldu. Kahve kapandıktan sonra, yatağı serip oraya taşıyordu babası.Eski- püskü ve kirli de olsa, yorgan ve yastıkları da vardı.
Saat gecenin onbiri olduğunda, müşteriler dağılmış, temizlik bitmişti. Çay yapmak için kullandığı sıcak su güğümünü bir kovaya boşaltıp, ılıklaştırdı adam. Çocuğu uyandırıp soydu. Kahvenin orta yerine koyduğu tahta sandalyeye oturtup, bir güzel yıkadı. Çocuk uyku haliyle neye uğradığını pek anlayamadı ama temizlendiğine sevindi yine de. O gece bir başka uyudu. Annesini ve babasının annesinden alıp, İstanbul’da bir aileye evlâtlık verdiği ablasını gördü düşünde. İkisi de ağlıyorlardı. Gözyaşlarını sildi eliyle.
- Benim için ağlamayın, ağlamayın ne olur, dedi.....
Sabah ezanı okunduğunda kalktı babası. Çocuğun huzurlu yatışı dikkatini çekti. Uyurken bile yüzünde bir tebessüm gördü oğlunun. O göremedi belki ama sevecen baktı, baba gibi baktı o an. Yıkadığı için, çocuğu mutlu edebildiği için, o da mutlu oldu. O da isterdi sıcacık yuvasında anneli – babalı büyütmeyi çocuklarını. Oysa şimdi anne bir tarafta, kızı İstanbul’larda evlâtlık, onlar da kahve köşesindelerdi.
Ocaklıktaki toprak küpün musluğunda su çarptı yüzüne önce. Sonra da hava henüz aydınlanmadığından gaz lükslerinden birini yakıp tavandaki yerine astı. Tekrar ocaklığa dönüp, su güğümünün altındaki mangalın sönmemiş közünü yeniden harlatmaya çalıştı. Biraz daha odun kömürü ekledi. Güğümdeki su soğumamıştı henüz. Çayını demleyip, kahvenin düzenini kurmaya başladı. Masa ve sandalyeleri düzeltti. Masaların tozunu aldı.
Cebinden çıkarttığı köylü paketinden bir sigara attı dudaklarının arasına. Sonra mangaldaki kömür ateşine uzandı ve yaktı onu. Tutuştuğunu anlayınca ocaklığın yanındaki masaya dayalı sandalyelerden birine oturdu. Derin derin çekmeye başladı sigarasını. Soluk bile olsa zeytin yeşili gözleri çok uzaklara gitti o an.Hayâl etmekte zorlandığı, üç yaşlarındayken veremden kaybettiği, Mukaddes annesini düşünmeye başladı. Sonra babasının getirdiği üvey anneden çektikleri geldi aklına. O an, geriye taralı sarı siyah karışımı gür saçları daha bir dikleşir gibi oldu. O günleri ve o kadını hatırladığında, kini nefreti yükselir, saçları da inadına böyle dikelirdi. ‘’Kel Emine ‘’ ! Ne lânet bir kadındı o ! Nasıl da küfrederdi ve döverdi..Birden ablasının leğende çamaşır yıkarken o kadının ablasına küfrettiği gün aklına geldi. Arada da tekmeliyordu ablasını. Nasıl da sopayı kaptığı gibi beline indirmişti Kel Emine’nin ! Oracığa yıkıvermişti anında. Nasıl da rahatlamıştı o an. Hayattan bütün öfkesini, annesinin intikamını bile bir sopada çıkartmıştı işte. Derin bir oh çekmişti kadını yerde gördüğünde..
Fakat babası çok kızmıştı ona. ‘’ Sen benim karımı nasıl döversin ulan ? ‘’ diye kükremişti.. Ve, ‘’ s…r git ulan, gözüm görmesin seni ‘’ deyip evden kovmuştu….
Henüz 13 yaşındaydı ve annesizliğinden sonra bir de babasız, yuvasız kalmıştı şimdi de..Çok derin çekti sigarasını bunları düşünürken..’’ Aaah baba, insan oğlunu evden kovar mı ? Görmüyor muydun o kadının bize yaptıklarını ? Aaah baba aah ‘’ dedikçe tütürüyordu dumanı.Daha sabahın köründe onun içtiği tek sigara dumana boğmuştu kahveyi. Uyumakta olan çocuk bile etkilendi dumandan. Öksürmeye başladı. Hemen ayağının altına alıp ezdi sigarasını adam. Çocuğa zarar vermiş olması etkiledi onu.
İlk müşterisi girdi kapıdan içeri.
-Selâmun aleyküm İncirli ! Çayın oldu mu ? Köylüsü sayılan Sabri Kâhya idi bu adam. Altmış yaşın üzerinde, deri kasketli, koyun ve keçileri olan, çok önceden onun köyünden göç etmiş, yüzü buruşuk, sigarası elinden düşmeyen, hafif kamburu çıkmış, sakin biriydi Sabri Kâhya. Kahvenin devamlı müşterilerindendi.
-Oldu, oldu gel, derken gözlerinden yaşlar akıyordu adamın. Yerine otururken fark etti Sabri Kâhya..
-Ne oldu İncirli ? Sen ağlıyorsun yahu…
Elinde bir bardak çayla gelirken adam, gözündeki yaşlar neredeyse çay bardağına dökülüyordu . Çayı masaya bırakıp oturdu yanına. Ve anlatmaya başladı.
-Yahu Sabri ağbi , annem geldi sabah sabah aklıma, içim coştu işte. Bir de o kadın, Kel Emine ! Onu da hatırladım..Sonra babamın beni evden kovması…
-Cahillik be oğlum. İnsan çocuğunu evden kovar mı, ama cahillik kovduruyor işte. Sende de kabahat var ama. Babalar kapıdan kovsa, çocuklar bacadan girmeli. Öyle hemen çekip gidilir mi ?
Çocuk uyanmıştı . Gözlerini uvuşturarak babasının yanına geldi. Duygulanmıştı adam. Çocuğu öylesine bir kucaklayıp sevmeye başladı ki, çocuk da şaşırdı.
-Bu çocuğun günahı neydi Sabri Ağbi ? O da benim sefaletime ortak oldu ! Canım oğlum benim, günahsız yavrum, derken hıçkıra hıçkıra ağlıyordu adam. Çocuk da dayanamayıp ağlamaya başladı. Bir süre sarmaş dolaş ağlaştılar öylece..Sabri Kâhya da ağlayacak gibi olunca ,
-Hadi oğlum yeter, bak çocuğu da ağlattın, deyip ayırdı onları. Çocuk ocaklıktaki su küpünün musluğuna yüzünü yıkamaya gitti. Daha sonra tuvalet için dışarıya çıktı. O sırada kahvenin sahibi, bitişikteki dükkânı da işleten İbrahim Ağa gelmiş, dükkânı açıyordu. Dükkânın kahvenin içindeki girş kapısını aralayıp,
-Selâmun aleyküm İncirli ! Hayırlı işler..Getir bakalım bir çay, diye seslendi.
Çocuk tuvaletten döndüğünde yine muslukta ellerini yıkarken, babası,
-Sen bu gün niye erken kalktın böyle , diye merakla sordu. Çocuk yıkanmıştı o akşam, temizdi artık. Uzun süredir ilk defa temiz hissetmiş kendini ve mutlu olmuştu. O yüzden erkenden kalkmıştı o gün.
-Hiiiç, uykum kaçtı işte,deyip, musluğun yanındaki kirli ve ıslak havluya sildi ellerini ve yüzünü. Ocaklktaki camekânda duran bozuk para fincanından 50 kuruş alıp doğruca iç kapıdan dükkâna girdi. Açık satılan dörtköşe tatlı bisküilerden aldı. Babası da birer çay doldurup masaya getirdi. Tabii çocuğun çayına bolca şeker atıldı. Baba oğul birlikte böyle yaparlardı sabah kahvaltılarını. Bazen de kremalı bisküi yerlerdi değişiklik olsun diye….
Çocuk erkenden giyinip çantasını hazırlamıştı o sabah. Heyecanla okul saatinin gelmesini bekliyordu. Dayanamadı, erkenden gitti okula. Daha hiç kimse gelmemişti. Minibüsten indiğini gördüğü İlhan Öğretmen’den utanmadı o sabah. Özellikle görünmek istedi. Temizdi çünkü, tertemizdi o sabah..Babası yıkamıştı onu dün gece…
Ders başladığında yüzü gülüyordu. Bir gün önceki altına kaçırma olayını unutmuştu bile. Çünkü temizdi şimdi. İlhan Öğretmen’in dikkatini çekti çocuğun neşesi. Hem ona karşı suçlu biliyordu kendisini. Söz attı çocuğa, derse karşı ilgisi hoşuna gitti. Yanına gelip okşadı onu..
-Ne güzel saçların varmış. Siyahı ne kadar hoş..Pırıl pırıl da parlıyor üstelik..Hemen atıldı çocuk söze. Mutluydu çünkü, övünüyordu o gün temizliğiyle.
-Daha dün gece yıkandım öğretmenim. Babam yıkadı beni…Çocuklar gülüşmeye başladılar aralarında. Biraz bozuldu çocuk onlara.
-Çok güzel olmuşsun, hem de tertemiz..Aferin sana deyip biraz daha okşadı öğretmen çocuğun saçlarını..Elinde bir şeyler hissetti bir an. Tekrar kurcaladı saçları. Bir şeyler vardı çocuğun saçlarının arasında..Canlıydılar, geziniyorlardı..Beyaz ve mordu renkleri..Bitti onlar. Yıkanmış olması, bitlerden kurtulmasına yetmemişti çocuğun. Tertemiz saçlarının arasında bitler geziyordu.
Annesi yoktu, çocuğun, yuvası yoktu..Bir babası vardı kahvede birlikte yaşadığı ve bir de bitleri vardı... başında ve saçlarının arasında taşıdığı…..
Fikret TEZAL