20
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1399
Okunma

Bu hafta biraz gündemden uzaklaşıp edebiyat dünyasına doğru gitmek istiyorum. Antolojide çok değer verdiğim dostum bir şiir yazmış ve şiirine de “ YARASI KANAYAN ŞİİRLER” ismini vermişti.
Dizeleri okuduğumda içimde binlerce volkanın yeniden faaliyete geçtiğini hissettim. Evet, ne yazık ki her şiirin, her romanın yarası açılmış ve bütün irinlerini dışarı akıtıyordu hem de bütün dizeleri ve bütün imgeleri ile. Şiirlerin yaralı olduğunu ve her geçen gün çok daha büyük yaralar açılarak etrafına irinlerini akıttığını Nazım HİKMET’İN şiirlerini okuduğumuzda farkına varmıştık aslında. Ama farkındalığın farkında olmamamızdan mıdır neden bilmiyorum, hep kendi içimizde suskun kalmış, şiirler dizilmeye çalışırken urgana gözlerimizi kapatmıştık, yüreğimizi kapattığımız gibi.
Nazım. “ Memleketim” dediğinde, kendi memleketini anlatmış ama biz başka isim bulmuş, “Vatan Hani” dediğinde kendimizin değil Nazım HİKMET’İN hain olduğunu düşünmüş ve o düşünceler ile demir parmaklıklar ardına atmış, “Güneşi göreceğiz çocuklar” dediğinde, aydınlık günlerin geleceğini umut edip haykırdığı için, gecelerde doğan ayın önüne bulutu serip ışık vermesini engellemiştik.
Yalnız Nazım değildi bağıran Ahmed ARİF’DE bağırıyordu “ Onur’da Ağlar” “ parangalar eskittim” derken. Ve onların ardından yazılan bütün şiirler, yaşanan çarpıklıkları, isyanları, hasretleri, öfkeleri ve özlemleri en güzel haykırdığımız duygu akımı olmuştu hepimiz için. Ve neden bu duygulara yasak getirildiğini ve neden düşüncelerin idam cezasına çarptırıldığını anlamak mümkün olmadı hiçbir zaman.
Kurşunlar kalem olup yazmak için yapılırdı bizim bildiğimiz öldürmek için değildi. Ama günümüzde kurşunlardan kalem yapılmadığını görüyorduk en acı şekilde. Dünyayı yok edecek olan ölüm makineleri üretiliyor dünyanın her tarafında kurşundan, nükleerden, atomdan. Ve bir ülkenin gelişmişliği, güvenliği silah sanayisinin gelişmişliğine bakılarak söyleniyor artık. Oysa bize gençliğimizde en büyük silahın kalem ve kâğıt, en güzel dostumuzun kitaplar olduğu öğretilmişti. Ve biz silah tutmasını bilmeden büyüdük. Kalemlerimiz de artık silah yerine geçmiyor ve bize kurşun atan, silahlar ile savaşamıyoruz. Çünkü kahpece atılan her kurşun bedenimizi yok ettiği gibi beynimizi de yok ediyor yaşadığımız zamanda. Ve dünyada ki tüm teknolojiler insanlığı ve dünyayı yok etmek üzerine programlanıyor adeta.
Çok yakın tarihimi düşünecek olursak 19 Mayıs 1919 da Samsun’da başlatılan kurtuluş savaşını incelediğimizde, binlerce insan bağımsızlığını kazanabilmek ve Ülke topraklarını koruyabilmek için yediden yetmişe, kadını erkeği topyekûn savaşa katılmış can vermişti.
Yaşadığımız zamanda ise ne bir savaş yapıyoruz ne özgürlüğümüz için mücadele veriyoruz. Ona rağmen binlerce insanı kahpece kurşunlara hedef olup yok oluyor. Konuşmayı, tartışmayı, birbirimize dokunmayı, okumayı, okuduklarımızı paylaşmayı unuttuk. Şiirlere ve romanları sorumlu tuttuk yaptığımız vahşetlerden. Onları yargılayıp idama mahkûm ettik.
İnsanlık kendi sonunu hazırlarken, doğacak güneşin ve karanlıkları aydınlatacak ayın tam alnından vuruyor, toprağı sulaması beklenen yağmurları, bulutların yüzünden toplayıp kepçe ile bir zamanlar cinlerin olduğu düşünülen camdan şişelere dolduruyoruz yaşadığımız acılar fark edilmesin diye. Umudumuz diye baktığımız küçücük çocuklarımızın ateş topuna çevirdiğimiz geleceğini söndürmek yerine, bakırdan kazanlara koyup üçayaklı saç ayağının üstüne oturtup, daha çabuk yansın ve yok olsun diye biraz daha harlatıyoruz ateşi ve karşılarına geçip iki elimizi koyup koynumuza sırıtarak seyrediyoruz gökyüzünü kızıla çeviren ateşi.
Ve geldiğimiz yer tam bir karanlık, Küçük bir ışık huzmesi bile görünmüyor artık. Geleceğimizin ne olacağını anlayan duyarlı yürekler geleceği için ağlıyor, ama onun da gözyaşları görünmesin diye, gözbebeklerinden inen damlalar yere inmeden yanaklarında kurutuluyor, kimse sesimizi duymasın, yaşımızı görmesin diye. Ve biz yine durmuyor her aydınlık günü kara bulutlara bürümek için şiirleri kanatıp, güneşi, ayı ve yıldızları alnından vurmaya devam ediyoruz tüm gücümüz ile.
Ne zaman şiirleri kanatmaktan, kitapları yakmaktan vazgeçip, onları okuyup ne dediklerini anlamaya başlayacağız bilmiyoruz ve bilmediğimiz bir yolda yürüyor ve yolun sonunda ne ile karşılaşacağımızı merakla bekliyoruz.
Türkan DİNÇER