21
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1207
Okunma
Bir maymuncuk hikâyesi...
Aldım elime maymuncuğu;
Sevdim...
Sevdim...
Sevdim...
Dokunuşlarımı konuşturuyordum...
Sevmek ya da sevme fiilinin süslenmiş hali olan, gözümüze isim kılığına girip, sevgi şeklinde görünen sevmek, dile hapsedilen birkaç cümleye has değildi. Tostun arasına koyduğum kaşar bile sevdiğimin yüreğinde ılık fırtınalar estirebilirdi. Ellerimle ördüğüm atkının yumakları, şekil değiştirmenin ve bir gönül üstüne örtünmenin ne zahmetli bir meziyet olduğunu, şişlerin arasına sıkıştırırken tenini, acı gülümsemeleriyle anlatıyordu bana...
Yıpranırken
Yaratıyorduk
Yarattıkça
Olgunlaşıyorduk
Olgunlaştıkça
Tekrar doğuyorduk
Tekrar doğdukça
Yeni baştan sınanıyorduk...
Soğukluğun;
Ellerimin sıcaklığıyla bağlarının çözüldüğünü gördüm... Sevginin kudretine mest oldum bir vakit. Hazır mest olmuşken, kafamın üzerine yerleşke kurmuş hayal dünyamdan birkaç cariye ısmarladım. Yanına da bir içimlik, iki dıkışlık erkekler... Böyle çerez kıvamında, iki çitlemeyle bitsinler istedim; çünkü gönlümü beni çitleyecek erkeğe saklamalıydım... Yani mestin sonunda, bir de jest oldum Mustafa abi... Ne saçma bir cümle bütünü oldu bu, insan hayatın yollarında şaşı olunca böyle oluyor işte... İşte, buna en güzel örnek; üstteki paragrafın oluşturduğu yığın...
Neyse...
Arada yaşamalıydım ki her şeyi; eh
Yaptım
Ettim
Doydum
Akıllandım
Uslandım deyip bir çırpıda...
Yaşamış, karşı cins türlerinden tadını almış kişi, sevdiğini kıymetini bilir şeklindeki mantığıma uygun düşen yalancı bahaneleri haklı çıkarmalıydım. Tozunu dumanına kattırıp aşkların, en sonunda bir fethi muazzamda taht kurmalıydım... Sonra dudaklarımda biriken erkekleri, sigaranın küllerine fırlatmalıydım ki; öpüştüğüm yalanlar kül olmalıydı o zaman...
Özel hayatın penceresini kapatıp, maymuncuğa dönüyorum tekrar... Yeterince, özel hayat dikenleriyle besleniyoruz değil mi?
Ben tam da dolanırken hayallerimin bahçesinde ve severken maymuncuğu içli içli; ne yapıyorsun dedi babam. Hiç dedim. Hayvanlara şefkat göstermek gerekirmiş ya, senin bana gösterdiğin gibi bir şefkat gösterisi yapıyorum maymuncuğa. Ve büyük bir gururla ekledim, o an kelimeler bile sırıtıyorlardı bana gördüm, bugün sinemalarda şefkat oynuyor... Biran kelimeleri tutup yaka paça, ağız ve burun kısımlarını muazzam bir şekilde dağıtmak istedim. Ama dedim ya, bugün günlerden şefkat...
Babam, cümlemi haylazlığımın oyuncağı, muzurluğumu da kıskıvrak yakaladığını sanıp, başladı gülmeye. Kendini şımarıklığı keşfeden bir kâşif sanıyordu. Senin gibi bilgelerle dolu şu hayat sahnesi demek istedim, sonra bugün günlerden şefkat diye, kıstım sesimi...
Maymuncuğa şefkati de ilk kez duydum dedi.
Ah baba, duymadığın öyle çok şey var ki, duymak istediklerinin kralı olmuşsun biraz sanki. Değil mi baba? Baksana etrafına...
Hem nasıl ilk kez duyardın? Unutkanlığı da mı huy olarak seçtin yoksa? Huy kumbarana bir yaşlılık belirtisi daha eklendi ozaman, üzgünüm. Yaşlanıyorsun baba, beni büyüttükçe hem de... Beraber yaşlanıyoruz sanırım deyip,gözünün dalışındaki bol acılı anları almak ve bir nebze de olsa, su serpmek istiyorum iç çekişlerinin közüne... Fakat, öfke engeline çarpıyorum bir süre. Aman baba, al sana, bana yaptığın türden bir iletişim örneği; boşverr, geçer babacığım demek istiyorum. Hem de bolca istiyorum. Yanında da biraz patlamış mısır ve dondurma istiyorum, yiyip yalayıp senin bu halini kahkalarla doldurmak istiyorum...Tamam ,üzgünüm baba...Afedersin...Biliyorsun, bilemeyeceğin kadar çok seviyorum seni...
Aaaa...Yeter ama bukadar şefkat gösterisi, konuyu saldık mı,kaçar. Bu anafikirler böyledir. Sanki kırlarda gezinmeyi yalnız anafikirler sever,işleri güçleri özgürlük...Kuşun yavrusunu beslediği gibi beslemelisin ki bunları,kaçmasınlar. Haydi kaçmadan dönelim konuya...
Hani hep dersin ya, kendi dediklerine mi sağırsın yoksa, hayvanları sevmeli ki insanları sevmeli diye. Bende de mi başladı ki unutkanlık şerri.Güzel dursun diye gülüşümle karıştırıp cümleleri, söylüyorum bak:önce hayvanları sevmeli ki, insanlara yer açılsın yüreğimizin odalarında...
Ön koşulu da koşturduktan sonra, sıra içimizdeki atları şahlandırmakta, al işte seviyorum maymuncuğu. Sonra gidip elmanın içine giren kurtları da seveceğim. Sonra adamın mikrop dediği o ufak çocuğu da. Hepsi hayvan işte... Sonra da gelip seni seveceğim, önce hayvanlar. Onlar tadımlık, sen doyumluk...
Sonra başladı babam ağzında biriktirdiği cümleleri üzerime salmaya:
Yavrum dedi, bir maymun var bir de maymuncuk... Hadi yaaa...
Ama baba dedim, sonuna cuk geldiyse o ne yapsın? Söylesene onun suçu ne?
Ah dedi kızım
O ekler var ya o ekler, her şeye anlam eker. Adamı evinden yurdundan eder. Başladım titremeye, dedim evden mi atacaksın beni?
Gene güldü, hep gülüyordu zaten
Tekrar güldü...
Hıh dedim.
Haydi uyu dedi.
Uyuyunca tekrar doğacağımı sanıyordu galiba, aynı yerde takılı kaldığımı, tekrar vukuya eren bu sahnelere rağmen kabul etmiyordu. Bu konuşmaların sonu hep, hadi uyu yavrumla bağlanıyordu... Yavrun mu? Hı hı... Peynir gemisinde gezelim haydi. Lafların da, kaptanımız olur hem...
Zaten babam atlama konusunda ustaydı. Konular arası atlama şampiyonasında ilk üçe girip ödül almıştı.
Baba dedim, sevmeyeyim mi şimdi hayvanları?
Konu uzun aslında dedi. İki türlü hayvan vardır. Yaşadıkça anlarsın. Ama baba dedim. Uyu haydi dedi.
Artık mücadele faslından yorulduğum için; konuşmak istemeyenle konuşulmaz dedim...Alıp küskünlüğümü, göz kapaklarımın üzerine koydum.
Uyumadım da, uyanmadım da, oh olsun...
_Bahar Liman_