1
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1598
Okunma
60 lı yıllara şöyle bir dönüp bakmak istedi canım.Annem ,babam,halam ,teyzem...
Daha bir çok akraba...Teyzemlerde -eskiden çardak denen -büyük bir salonda hep
birlikte oturmuş ,radyo dinliyoruz.Kocaman bataryalı bir radyo.İki adet büyük silindir
pil ve bir adet kare batarya ile çalışıyor.Teyzemin kocası askerde jandarma çavuşu.
Biz nedense koca baba diyoruz.Gerçekten uzun boylu ,kocaman, iri yarı bir adam.
Uyanık,akıllı,sözünü dinletebilen biri Belli ki boşuna çavuş yapmamışlar askerde onu.
Bu yüzden olacak askerden gelir gelmez ,köylü muhtar seçmiş koca babamı. İhtilal
sonrası günler.Büyüklerin kulakları yassıada duruşmalarında.Ağızlarında sakız olmuş:
Uludağ’da ulu bir ağacın üzerinden radyo yayını yapan,askeri darbe ile devrilen eski
hükümet yanlısı bir radyocudan söz ediyorlar anladığımız kadarıyla.O sıralarda benim
gibi küçüklerin umurunda bile değil.Oysa bu gün öyle mi...Rahmetli ilkokul öğretmenim
Hasan Yanık’ın-bu gün bile anımsadığım kadarıyla-tek serveti olduğunu söylediği parma-
ğındaki altın yüzüğü ,talan edilen devlet kasasına irad kaydedilmek üzere teslim ettiğini
söylerken, gözlerinden süzülen keder ve sevincin birbirine karıştığı iki damla göz yaşı
bir tuhaf etmişti çocuk yüreğimizi.Bütün bunları şimdi anlamaya çalışıyorum doğal olarak.
O günlerde birbirimizi gıdıklayarak büyüklerin dikkatlerini dağıtmak ,ya da dikkatlerini
üzerimize çekerek ,hangimiz paçamızı kaptırıp kuvvetli bir tokat yeme ,ya da azar işitme
olasılığına muhatap olacaktık bilemiyorduk.Düşünmek bile olası değildi. Oysa büyükler...
"Savaş yıllarının yokluklarına eklenen ağır vergilerden on yıldır kurtulmuşuz.Bu ihtilal de
nereden çıktı.Kilosu yirmibeş kuruşa peynir satıp, bazen de satamayıp döktüğümüz bir
devirde , her keçi için hayvan başına yetmişbeş kuruş sayım istemişlerdi bizden .Islah
edilmemiş ırkları , ıslah edilmemiş meralarda otlatacaksın ve üç kilo peynir verecek süt
sağacaksın her keçiden.Nerde görüldü bu bolluk be."Büyüklerimizden hep böyle duyduk
bir şamar gibi, çocukluk yıllarımızın arpa unuyla yağsız sac üzerinde pişirilen yavan bazlama-
larını zar zor yutmaya çaba gösterirken.İşte böyle düşünebilen insanları askeri darbeye
karşı direnişe kışkırtıyormuş:Uludağ’da ulu bir ağacın üstünden yapılan radyo yayını...
Bu gün düşünüyorum böyle bir şey olmuş mudur diye...Yok canım nereden olacak...
Devletin bile radyo yayınlarını yurdun belirli bölgelerine zor ulaştırdığı o günlerde, biri
çıkacak da -hem de illegal bir şekilde- ulu ağaç üzerinden radyo yayını yapacak.
Bizim insanlarımızın ululardan medet ummak gibi bir alışkanlığından başka bir şey değil
bence bu söylentiler.Söylentiler çok.Bizim ilimizde de bir ulu çınardan söz eder bazıları
gurbette övünürken .Koskoca bir imparatorluğun kuruluş yerinde doğmak. büyük bir
ayrıcalıktır onlar için.Eski Bilecik’te,Kurtuluş Savaşı sırasında işgalci Yunan Askerleri
tarafından ısrarla yakılmak istenildiği halde, bir türlü yakılamayan imparatorluk simgesi
ulu bir çınar anlatılır gurbet sohbetlerinde.
Oysa oralarda dolaştığımızda yakılamayan pek fazla bir şeyle karşılaşmayız aslında.Yanmış
ipek fabrikalarına ait bir kaç buhar kazanı, yanmış camilerden arta kalan minareler ...
Öyle ulu bir çınar falan kalmamıştır imparatorluk temsil eden. Zincirli Kaya denilen bir kaya
kütlesini,ana kayaya bağlamakta kullanılan-insanın zor kaldırabileceği ağırlıkta -demir
zincir halkaları hala görünmekte imparatorluğu temsilen Sonra imparatorluğun fikir
babası Edebalı’nın türbesi...Bir de Orhan Gazi tarafından yaptırılan, beyliğin timsali küçük
bir cami.Başkalarını da sayabiliriz o yöreyi iyi tanıtabilmek uğruna. Böylece aslı astarı
olmayan şeyleri varmış gibi gösterip,insanların kafalarını da karıştırmamış oluruz.Örneğin
yöre insanı tarafından analı-kızlı diye tabulaştırılan küçük bir türbe daha.Çocuğu yaşama-
yan çiftler oraya gelip dua eder ,adak adar, iki mezar arasından geçerek ziyareti tamamlar.
Edebalı türbesinin doğusunda bu küçük türbe.Şeyh Edebalı’nın kızı ve torununa ait iki mezar
var içinde.Ben türbeleri gezerken hep küçük mezarlara bakar üzülürüm.Belli ki bir takım
başka ülkelerde ,ya da eski Türk boylarında yaşanan hanedan kavgalarına kendilerince bir
çözüm bulmuşlar küçücük şehzadeleri boğazlayarak.Öyle değilse sarayda bile bu kadar çok
küçük çocuk ölümü düşündürücü değil mi? Bu koskoca imparatorluğu yönetenlerin ,küçücük
çocuklarını toprağa vermiş olmaları ürkütücü bir bakıma. Babam şehzadelerin küçük yaşta
ölümlerini sultanların halktan kopmadan,sade bir yaşam tarzı sürdürmelerine bağlardı.Ona da
babası öyle söylermiş.Babam, babasından duyduklarını kanıtlamak ister gibi, Zincirli Kaya’nın
dibindeki Orhan Gazi’nin sarayını anlatırdı bana:
"Zincirli Kaya’nın dibinde, etrafı yarıya kadar taş,üzeri kerpiçle örülmüş duvarların çevirdiği,
bahçe ortasında ahşap-kerpiç karışımı iki katlı bir evdi Orhan Gazi’nin sarayı.Bilecik işgali
sırasında Yunanlıla tarafından yakıldı.Şimdi ki Bilecik’in olduğu yerler, Ermeni ve Rum
mahalleleriydi.Yunan Askeri oralara dokunmadı .Salt Türk mahallelerini yaktı.Orhan Gazi’nin
evi de diğer evlerden farksızdı.Bizim köydeki evimizle onun evi arasında pek bir fark yoktu.
Zincirli Kaya’nın dibinde olduğundan o koca kaya kütlesi sarayın üzerine göçer diye- faydası
olur mu bilmem-koca kaya zincirle ana kayaya bağlanmıştı.Adı o yüzden Zincirli Kaya olmuş
anlaşılan.Orhan Gazi’nin kendi sağlığında o kayayı zincirle ana kayaya bağlattığını sanmıyorum.
Daha sonraları torunları tarafından dedelerinin sarayının üstüne göçmesin diye bir önlem olsun
diye bağlanmıştır mutlaka. Deden de bana öyle bir takım şeyler söylerdi .Sonra Söğüt’teki
Ertuğrul Gazi Mescidine bir baksana. Ne kadar mütevazi bir yapı .İslam mahallesi dururken
rum mahallesine mescit yaptırmak,müslüman mahallesinde salyangoz satmak gibi bir şey değil.
Apayrı bir yücelik ,ululuk Ertuğrul Gazi öyle ulu bir insan ki ,Yunan askerleri işgalde kurşun
yağmuruna tutmuşlar türbeyi:
-Kalk koca Ertuğrul torunlarının haline bak ,demişler.Türbede tam lahidin üstünde tavana asılı
bir altın küre vardı işgal öncesi.Onu çalmışlar.Pencere kepenklerinde kurşun izlerini görüyor
herkes.Yunan askerlerinin ayıbı bütün bunlar.Yakılan camilerin minareleri.de..."Yunan askerlerinin
çıkarttığı işgal yangınlarından kurtulan ,bir ulu çınardan söz edildiğini söylemiştik ya gurbet sohbet-
lerinde, işte o ulu çınarı göremedim ben hiç bir zaman.Bizim insanımız sever öyle ulu şeyleri diye
çeşni olsun kabilinden ulu bir çınardan söz edilir her zaman lafı perçinlemek istercesine anlaşılan.
Orada ki ulu çınar diye tanımlanan çınar belki yüz yıllıktır. Ulu çınar varmış eskiden ama,o da
Yunanlılar Bilecik’i yaktığında yanmış.Ulu çınar Zincirli Kaya’nın dibinde ki ,Orhan Gazi Sarayı’nın
tam önündeymiş.İpek yolu denen yolun tam kenarında...Sarayın yapımında dikilmiş.Yani yediyüz
yaşında.İmparatorluğun timsali gerçekten.Babam eşekle gelirmiş pazara.Bir yaya dört kilometre
yolu bir saatte yürüyebilir.Bizim köy buraya oniki kilometre.Demek ki babam üç saatte köyden
buraya gelebiliyormuş yürüyerek.Halen onarım halinde bir aşevi var ilerde .Orada bedava sabah
çorbası ikram edilirmiş yoldan geçenlere ama ,eşek yorgun olduğundan çorba içene kadar sırtında
yükle bekleyemezmiş.Bu yüzden babam , çaresiz çorba içmeden gelirmiş pazara.Ulu çınarın içi
oyukmuş.Eskici dediğimiz ayakkabı tamircisi çalışırmış içinde .Bir perde çekmiş kapı kısmına .Belki
geceleri bile orada yatıyordu garip.
.....................
İyi araştırma yapmadan hazırlanan belgesellere bakar bakar gülerim her zaman . Belgeseli hazırlayıp
sunan ne Latince ,ne de Osmanlıca bilmediği gibi, bilen birini yanında bulundurup , izleyenlere anlat-
masını bile istemez. Nasılsa belgeseli satın alacak bir enayi bulacağını düşünmüştür belkide.Ya da ,
başka hesaplar peşindedir.Halkı uyutmak isteyenler belki prim bile veriyorlardır böyle proğram hazır-
layanlara.Bir dikkat edilse görülecek belgesel çeken kameramanın belgeselden çok, sunan hanımın iç
gıdıklayan yerlerini daha çok gösterdiği .Ülkemizde adım attığımız her yerde bir anıt...Üzerinde ki yazıt
Osmanlıca yazılmış Arap harflariyle.Bizim proğramı hazırlayan ve sunanın bilmediği bir yazı.Salt kameranın
gösterdiğini sanki radyo proğramı gibi bize sunuyor.Öyle belgesel mi olur...Eğer bir mezar taşıysa kameranın
gösterdiği ,sunanın Osmanlıcayı okuyabilmesi ,bize orada yatanın kim olduğunu anlatması gerekmez mi...
Bilmiyorsa yapılacak tek şey, fatiha okuyup geçmektir bence.Belgesel diye onu bir başkalarına ne diye
sunuyorlar...Ben artık türbelere ziyarete bile gitmiyorum buralarda yatanlara yapılan saygısızlıkları
gördüğümden beri.Hali vakti yerinde biri türbe düzenlemesi için şartlı yardımda bulunmuş:Öldüğünde
kendisine orada bir mezar yeri tahsis edilmesini şart koşarak...Türbe çevresinde Osmanlıca yazılmış mezar
taşlarının arasında sırıtan bir mezar taşı.Üzerinde Türkçe yazılar.Ölüm tarihi elli yıl öncesine ait.Sanki evliya
mübarek.Birde gidip oralardaki ağaçlara çaput bağlıyorlar.Eskiden analı-kızlıya gelir dua ederdi çocuk sahibi
olmak isteyenler, ya da çocuğu yaşamayanlar dedik ya.Yav onların öyle bir kerameti olsa kendi çocuklarını
yaşatırlar dı ...Değil mi ama...
Yazan:Osman Eker