14
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1457
Okunma
Yaşadığımız dünyadaki son gelişmeleri izlemek amaçlı internet siteleri üzerinde gezinirken gözüme bir başlık takıldı. ‘’Arılar gizemli bir şekilde ortadan kayboldu’’
Ülkemizin bilindik gazetelerinden iki Nisan iki bin yedi tarihinde Milliyet gazetesi son dakika haberi olarak geçmiş olayı. Açıklamalarından paylaşım adına aldığım bir iki paragrafı sunayım size.
_‘’ ABD Tarım Bakanlığı, New York’tan California’ya 27 eyalette yüz binlerce arı kovanının aniden boşaldığını belirtirken, ülke çapındaki 2,5 milyon arı kovanından en az 600 bininin bu esrarengiz durumdan etkilendiği tahmin ediliyor.’’
‘’Alman bilim adamı Albert Einstein, "Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa insanın sadece 4 yıl ömrü kalır. Arı olmazsa döllenme, bitki, hayvan, insan olmaz" demişti.’’_ Alıntı-(1)
Altında okuduğum habere ait yorumlara ise diyecek kelimem yok. Yorumsuzum...
.....
Tek kelime ile düşünceye daldım. Tüylerimin diken diken olmasına bir anlam, bir bahane arıyorum şuan...
Gözlerimi kocaman açtım; korkuyorum! İyi de niye?
Ölümden kaçış var mı?
Bu ya da şu şekilde öleceğiz nasılsa...
Daha dün okuduğum bir yazıda ‘’insanlar farklı doğar, ama eşit ölür’’ diyordu.
Ölüm, bu hayat denen bizler için belirsiz ama belirlenmiş zamandan, gelecek ve gidileceği kesin olan yere tek çıkış noktası. Öyle ya da böyle; kaçarı yok!
Ölüm bir gerçeklik. Kati olan.
İyide var olandan, bilinenden korkmak niye?
Yaşam denilen bu kısıtlı zamana var görülen iki kolumuz olduğu halde binlerce kolla sarılmak, kök salmak için çabalamak, her noktasından hayat denen şekli yakalamak için çırpınmak; yaşam sevincinin anlamı bu olsa gerek. Sahte umutlarla, ölümün gerçekliğini unutturacak kadar sarhoş olmak aldığımız her nefesle. Hatta çaldıklarımızla övünmek, böbürlenmek.
Peki; öyleyse amaç doyasıya yaşamak mı?
Ölüme yenileceğimizi bildiğimiz halde meydan okumak mı?
Ölümsüzlük diye bir şey var mı?
Sonra...; ölmek ne demek?
Bir geçiş... Bir anlatılanlardan bildiğimiz yaşanılandan, bilinmediğinden anlatılmayan yaşama geçiş.
Bilinmezlik mi bizi ürküten? Bilinmezlik mi bizi güce, sığınmaya yönlendiren?
Eskiden okuduğum bir kitap ; Tom Robbins’in ölümsüzlüğün, ölüm korkusunun işlediği ‘’ Parfümün dansı’’ na yapılmış bir yorum geliyor aklıma...
‘’ kimileri ölümden korktuğu için Tanrı’yı yaratır, kimileri ise Tanrı olur.’’
Dün gece okuduğum başka kitap tanıtımı daha geliyor aklıma konuyla ilintili; Emre Yılmaz’ın kaleminden ‘’ Şeytanın fısıldadıkları’’ nın içinden bir alıntı:
‘’ yaşamamaktan sıkıldığımız için doğuyoruz.
Ölümden korktuğumuz için yaşıyoruz.
Yaşamsızlıktan bıktığımız içinde ölüyoruz.’’
‘’ -Sana mutluluk vaat ediyorum- diye fısıldadı şeytan, -ama ya heyecanlı olacak ya da huzurlu. Seç!’’...
Peki, okuduğum tanıtım içeriğinden gördüğüm kadarı ile şeytana ruhunu satıp lanetlemeyi dahi göze alabilecek kadar güzel ve vazgeçilmez mi yaşam?
Tadında ve kararı ile yaşamak neden yetmez bizlere?
Zaaflarımız, hırsımız... Nereye kadar?
Sorular, sorular...
Karanlık dehlizim dediğim yaşamım, arayışlarımın gölgesinde, yönergesinde akıp gidiyor. Okuduklarımı kendime öğrenme adına kâr sayıyorum. Paylaşmaktan da mutluyum. Bir nebze olsun huzur bulabildiğim kitaplarım ve yeni keşfim kalemimin gücü; yaşama ait korku sandığımın üstüne kilit üstüne kilitler vuruyor. Öğreniyorum büyük bir açlıkla. Geleceğime rahat ve emin gözlerle bakıyorum. Geleceğin adı belli. Ölüm!... Korkutamıyor beni. Yaşar gibi görünen ölü bedenleri, zihniyetleri gördükçe üzülüyorum sadece. Keşke diyorum, ki keşke demek için vakit daima geçtir biliyorum. Ama umut dünyası işte. Bitmiyor bu keşkeler.
Keşke, yapabileceğim bir şeyler olsa. Benim yaşadığım güzellikte bir yaşamı gelecek nesillere aktarabilmek adına. Keşke...
Zeynep Tavukçu 3/4/7
_Alıntı(1): Kaynak: www.milliyet.com.tr/2007/04/02/son/sondun20.asp