0
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
44
Okunma
Hiç kimseye aldırmadılar. Öylece uçtular yaprakları kızarmış salkım söğütlerin üzerinden uçtular. Bu kez iki taneydiler, bülbülü yine gördüm. Kız yurdunun önündeki salkım söğüdün dallarına önce biri kondu, sıçrayarak diğer dallara kondu, diğerini de konmaya çağırıyordu. İlk defa ön tarafta görüyordum. Normalde öğrencilerden kaçıyorlardı. Yaz tatili boyunca bahçede gönüllerince uçup durdular. Onları eskiden de görüyordum, öğrencilerden kaçıyorlardı. Sabah erken saatlerde öğrenciler derse girip ortalık sakinleşince sesleri pencereden geliyordu. Sonra kalabalık artınca, araba sesleri çoğalınca bülbülün sesi kesiliyordu.
Biraz önce bülbülleri gördüğümde İsmail’e seslendim. İsmail sesime dönünceye kadar bülbüller uçup gitti. İsmail “bana mı seslendiniz” dedi. “Yok bir şey” dedim. Demek bülbüller iki taneymiş. Gelmişken İsmail’den bana bir çay getirmesini istedim. İsmail’e inat yarın onları arayıp seslerinden yine bulurum. Ön bahçedeki söğütte mi? yoksa okulun arkasındaki kayısı bahçesinde mi? Bence yuvaları okulun arkasında su deposunun yanındaki sazlıktadır.
Sonbahar, ah bu sonbahar gelip kapıya dayandı, kafam yine kazan. Bu aralar kendi iç müziğimi dinlemeye, içsel bir yolculuğa çıkmaya ihtiyacım var. Sonbaharda bitkiler, hayvanlar, insanlar herkes bir telaş içindedir. Uzun bir kışa hazırlık vardır. Leylekler göç ediyor, börtü böcek saklanıyor. Söğüt ağacı sularını yere salıp yaprak döküyor. Okulda, evde nasıl kış hazırlığı varsa vücudumuz da öyle kışa hazırlanıyor. Sonbahara uyum sağlandı mı tamamdır. Uyum sağlayamayanın vay haline. “Efendim sonbahar olunca depresyona girerim, efendim beni bu aralar aramayın” der dururum. Sonbaharı bir atlatsak tamamdır. Bende bir kırgınlık bir karamsarlık sürüp gidiyor. Umudum kıştadır, kış başlayınca insan rahatlıyor.
Kendi öz müziğimizi keşfetmeliyiz. İç dengemizi sağlamalıyız. Düşünsenize kulağımızda bir piyano sesi var kötü mü olurdu. Herkesin iç müziği vardır. Bazen burnumuzdan solarız, bazen kendimizi bitmez bir kavgada buluruz. İç sesimizi asla duymayız. Oysa her şeyin bir iç müziği vardır. Sabah çocuklar okula giderken sokaklar cıvıl cıvıl olur. Okulun bahçesinde dolaşırken önünden geçtiğim her sınıftan ayrı ayrı sesler gelir. Otlar rüzgârda hışırdar. Yağmur çatıdan damlar. Ağacın, rüzgârın, börtü böceğin sesi yok mudur? Kuşların ardıç ağacındaki kozalakları didiklemesi duyulamayacak bir ses mi. Karıncaların ağaçta yürümesi duyulmaz mı?
Bekir amcanın yaz boyunca biçtiği otlar, yağan yağmurda ıslanıp çürüyor, sonra çatırdayıp yanıyor. Bazen gelip kontrol ediyor. Birkaç ot bağının yerini değiştiriyor. Birkaç bağı üst üste yığıyor. Ama öğleden sonra yine yağmur yağıyor. Bekir amca hayırsız çocuklarından çekmiş, dudağının kenarında sigara dumanı, ne zaman beni görse hapçı oğlundan bahsediyor. Kendisini evden atan gelininden dert yanıyor. Bu yaşta çalışıp kazandığı paraları oğlu zorla elinden alıyor. Yağmur yağıyor ot yığınları yine ıslanıyor. Bekir amca yazın taşıdığı otu kurtardı, geride kalandan bir şey beklemesin. Bekir amcanın çalışırken sesini duymayalım mı? Sigara içerken. Dumanı üflerken. Tırpan çekerken. Hele ihtiyar bir türkü tuttur ki duymalısın. Kendini gençliğinde, at sırtında, yaylada derin bir vadinin yamacında hissediyor. İhtiyarı dinlerken kendimi öyle bir yaylada buluyorum.
İsmail’in temizliğine inat okulun köşe bucak, her yerinde, ağ ören, kışa hazırlanan örümcekleri, soğuktan içeri kaçan sineklerin pencere önünde ters yatmış fırıldak gibi dönerken çıkardığı vızıltılarını, çatıda münakaşa eden kargaların, söğüt dalındaki bülbülün, kız yurdunun penceresine dizilen güvercinlerin kanat sesini duyuyorum. Her şey “duy beni, duy beni” diyor.
Mustafa Alagöz
5.0
100% (2)