1
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
93
Okunma
Bir gün bir videonun sesini kıstım.
Küçücük bir dokunuş… ama ekrandaki insanın bütün dünyası bir anda susuverdi.
Dudakları kıpırdıyordu, gözlerinde bir ışık vardı, yüzünde belli belirsiz bir tebessüm…
Ama ses gidince, o tebessümün neye ait olduğunu ayırt edemez hale geldim.
Mutluluğa mı gülüyordu, yoksa içinde sakladığı bir yarayı mı örtüyordu, bilmiyordum.
İşte o an anladım:
Bir insanı sessize alınca, yalnızca sesini değil, hakikatini de kaybediyorsun.
Görüntü bir şey anlatır, ama ses bambaşka bir şey fısıldar.
Gülüşün ardındaki kırılmayı, nefesin içindeki titremeyi, kelimenin ucuna takılan sızıyı…
Bunları sadece ses verir insana; sessizlik değil.
İnsanların acılarını, fısıltılarını, içten içe kopardıkları o görünmez çığlıkları duymadığımı fark ettim.
Belki yüzleri güldürüyordu ama içlerinde kim bilir hangi yangın sürüyordu…
Belki “iyiyim” diyordu dudakları, ama ses olsaydı titrerdi o kelime, ele verirdi kendini.
Sessizlik meğer en büyük maske imiş.
İnsanın kendini saklaması için bir duvar, bir gölge, bir perde…
Bir yüzü sessize alınca, geriye sadece bir şekil kalıyor;
ruhu duyulmayan bir şekil.
Ve düşündüm…
Biz insanların sesini böyle kolayca kısabiliyorsak,
acaba onların içindeki dünyayı da böyle kolayca susturuyor muyuz?
Duymazdan gelerek, bakıp görmezden gelerek, gülüşünü gerçek sanıp geçerek…
Belki de en büyük körlüğümüz bu.
Oysa bir insanın içini anlatan şey görüntüsü değil, sesidir.
Sesindeki tını…
Sesinde gizlenen korku, umut, sitem, özlem…
Tüm hakikat orada saklıdır.
Demek ki bir videonun sesini kısmak sadece bir alışkanlık değilmiş;
insanı anlamaktan bile uzaklaştıran bir unutkanlıkmış.
Gerçeği susturan, duyguyu örten bir perdeymiş.
Şimdi biliyorum:
Gördüğüm herkesin görünmeyen bir hikâyesi var.
Ve o hikâye ancak duyunca açılıyor.
Belki de insanı gerçekten anlamak, önce sesine dokunmakla başlıyor.
Çünkü bazen bir tek fısıltı, en parlak görüntüden daha çok şey anlatır.
5.0
100% (1)