2
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
122
Okunma
Eskiden çok eskiden, Revan ovasında, beslediği inekleri ile ün kazanmış bir kadın vardı, Zühre kadın… Zühre gençliğinde çok güzel bir kızdı, yaylaların gökçe ceylanı, Revan ovasının maralıydı… Gecikmiş bir güzdü, artık sürüler evlerin yakınında gecelerdi. Bir çoban ağasının kızına aşıktı, çok güzel kaval çalardı, ılgın ağaçlarının arasından sesi gelirdi akşamları, bütün köy dinlerdi, Zühre dinlerdi…
Komşu köyden bir genç medrese eğitimi almak için köylerine gelmişti, Zühre’nin babası varlıklıydı ve ayrıca köyün ağasıydı. Bu genç, her akşam medrese hocası ve talebelerin yemeğini almak için Zührelerin evine gelirdi. Her defasında yemekleri Zühre kapıdan talebeye verirdi… Gel zaman git zaman medrese talebesi ile Zühre buluşmaya başladılar. Söğütlükte dökülmüş iki avuç yaprak çevrelerini rüzgarla sarıyor, ayaklarının altından kuru yapraklar uçuşuyordu, elleri denize değmiş gibi sıcacıktı, gözleri uzaklara bakıp bakıp dalgalanıyordu. Her akşam gökte turna sürülerinin göçünü beraber izlediler, yıldızlara isim koyup onları kendilerine paylaştılar. Zühre ile medrese talebesi birbirlerini çok sevdiler… Bir gün medrese talebesi askere çağrıldı, gitmeden buluştular, ağlaştılar, Aras nehrinin kenarında, sazlıkların içinde sözleştiler, uzaklardan duyulan çoban kavalının eşliğinde…
Yıllar sonra medrese talebesi, Rus harbinde yaralandı dediler, uzun zaman haber alınamadı, öldü dediler… Bu zaman aralığında Zühre’nin yaşlı babası öldü, ağabeyleri, ilk işleri Zühre istemediği halde onu babasının çobanı ile evlendirdiler. Zühre’nin kalbinde, derinde bir yerde yaralı bir ceylan vardı. Çoban ancak kaç ayda bir dağdan inerdi. Ama çok güzel kaval çalardı, Zühre ağlardı, yüreğindeki yaralı ceylan ağlardı…
Uzun yıllar sonra medrese talebesi iyileşmiş olarak çıkageldi, kimse onu tanıyamadı, komşu köye yerleşti, kısa zamanda, bütün yörenin duasına başvurduğu bir şeyh oldu.
Eskiden çok eskiden, Revan ovasında, beslediği inekleri ile ün kazanmış bir kadın vardı, Zühre kadın… Kocası da çok güzel kaval çalardı. İnce uzun parmaklı bir çobandı, Ağrı dağı eteklerinde…
Zühre kadın, komşu köydeki şeyhe muska yaptırdı bir yayla dönüşü ineklerine nazar değmesin diye. Şeyh, “muskaları ineklerin boynuna asarsın” dedi, okudu üfledi, aradan epey zaman geçti. Zühre kadın, duaya karşılık hediyesini vermek için gitti komşu köye, şeyhin köyüne İran’dan gelmiş ipek bir yazma aldı, ayrıca şeyhin küçük karısına hediye olsun diye… Şeyhi evde bulamayınca şeyhin daha önce tembih etmesine rağmen parayı ve yazmayı şeyhin büyük karısına verdi. Akşam şeyhin büyük karısı, küçük karısına hediyeyi vermedi. Muska parasını da kendisine sakladı. Belli ki şeyh buna çok kızdı. Zaten şeyhin Zehra’ya eski hikayeden kalan garezi vardı.
Şeyh, ayrıca Zühre kadının kızına, güzel Susan’a iki muska yaptı, peşinden gönderdi, biri kapı üstüne asılsın, diğeri de eşiğe gömülsün dedi. Müjde verdi, “kızına arkadaş oldu biri, kısa zamanda evlenecek deyin” dedi… Zühre kadın, “ayağım kırılsın” dedi sonraları anlatırken bu hikâyeyi. “Şeyhin dediklerini yaptım, kızımın çoban babasından habersiz, muskayı eşiğe gömdüm” dedi ağlayarak…
Üç dağ gibi, üç siyah ineği o kış zincire düştü, murdar oldu Zühre’nin. Bilmem kaç inek düşük yaptı. Güzel Susan’a bir haller oldu. “Komşular, gözün çıksın” dediler, “ineklerin yazın yaylada şehitliklerde otlanmış” dediler, “buzağılar ondandır ölü doğuyor” dediler. Çoban kışlakta, olan bitenden habersizdi, sırtını bir kayaya dayamış habire kaval çalardı…
Serin bir güz mevsimiydi, iğdeler toplanmıştı. Ilgın ağaçları yapraklarını dökmüş üşümüştü. Hacı leylekler çoktan göç etmiş gitmişti. Aras boyunda yabani söğüt ağaçları renklerini ekşitmişti. Susan, akşam dışarı çıkınca bir kedi sesi işitti. Ahırın yanında, su kanalının kıyısındaki sazlıkta üşümüş siyah bir kedi yavrusu gördü. Annesinden habersiz onu ahıra koydu üşümesin diye. Susan kediyi ahırın karanlık köşesinde birkaç gün besledi. Başka bir akşam Susan, doğmak üzere olan ineği, Mercanı yoklamak için ahıra girince biri adı ile seslendi. Ahırın dibinde, altın tahtında oturmuş, ona seslenen bir genç gördü, bir sultan… İnce narin, perçemi karakaşları üzerine inmiş, zeytin gözlü bir genç… Eskiden bu köyde medrese talebesi olan şeyh meğerse Zühre’ye ceza olsun diye kızını evlendirmişti. Revan umum cinleri şahının oğluyla. Cinler şahının oğlu seslendi, gel yanıma otur dedi. Susan’ın gözleri karardı, ahır saray oldu, inekler evcil ceylanlar oldu, yaba ve kürekler altından yelpaze, kapı pencere ne varsa hepsi dile geldi alkış tuttu. Susan her akşam sazlı sözlü eğlence meclislerine böyle uçar oldu…
Susan’ın hali köyde dilden dile konuşulur oldu. Susan bazen içine kapanır, bazen ağlar bazen güler, çok talipleri olur varmaz, siyah gözleri, o güzel gözleri sonbaharın tenhasında dağılır giderdi. Aradan çok zaman geçti, Susan ölülerden beter bir hal aldı. Zühre kadın ve kocası, Susan hastadır dediler, şeyh, mela, hastane derken diyar diyar gezdirdiler, derman çare bulamadılar…
Uzun yıllar sonraları, karlı uzun bir kış gecesiydi, Zühre kadın, kızının boğulma sesine uyandı. Kızı, beni boğuyorlar diye bağırıyordu. Annesi ilkin, boğsunlar diye başını yorganın altın sakladı. “Boğsunlar da kurtulayım bu deli kızdan” dedi. "Bununla uğraşamıyorum yaşlı halimle" dedi… Sonunda anne yüreği kızının çığlıklarına dayanamadı, ne var diye seslendi. Kızı, "anne beni almaya geldiler, metruk ahırda mahkeme kurulmuş bu gece" dedi. Evlendirildiği cinler şahının oğlu meğerse başı bağlıymış, İsfahan cinleri şahının güzel kızı Zozan ile evliymiş, güzel karısı arz-u hal etmiş, şikâyetçi olmuş… Zühre bağırdı, ağladı cinlere, “kızımı şeyh muska ile zorla evlendirdi” dedi. Bildiği bütün duaları okudu, çare etmedi. Ahırda elleri bağlı oturdular, anne kız uzun uzun ağladılar.
Ahırda divan toplandı, gerekli görüşmeler yapıldı. İsfahan’dan gelmiş yaşlı cinler, evlilikleri üzerinden yedi yıl geçen kızı suçsuz buldular. Revan cinler şahının evli oğlundan Susan’ı boşadılar. Yaşlı kadını ve güzel kızı Susan’ı azat ettiler, metruk ahırın damından, bir grup ehil güvercin olup kanat çırptılar. Uzaktan uzaktan gelen çoban köpeklerinin seslerine aldırış etmeden uçtular gittiler…
Mustafa Alagöz
5.0
100% (2)