0
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
114
Okunma
Kapıdan çıkar çıkmaz içimde bir şey çatladı. Hem çok eski bir sızıydı bu hem de yeni açılmış bir çizik gibi taze. Adımlarım ağırlaştı. Rüzgar bile yüzüme tereddütle dokundu sanki. İleri yürüyordum ama içimde bir ses “dön” diyordu. Çok sakin, çok soğuk, çok ikna edici bir ses.
Belki de bu koridor, sadece ilerlemek için değil, geri dönmeye cesareti sınamak için vardı.
Önüme uzanan loş yol boyunca gölgem uzun bir çizgiye dönüştü.
Arada bir geriye baktım.
Geldiğim yön karanlıktı.
Ama o karanlıkta bir huzur vardı.
İnsan bazen karanlığı aydınlıktan daha güvenli buluyor.
Belki de geri dönmek, bir çeşit teslimiyetti.
Her şeyi kabullenip, uzun ve derin bir uykuya bırakmak kendini.
Sözsüz, sessiz, karşılıksız bir uykuya.
İlerlerken koridorun duvarları yankılarımı emiyordu.
Ne geçmişim ses veriyordu ne geleceğim.
Sanki zaman bile adımlarımı seyretmekten yorulmuştu.
Tam o anda düşündüm.
Belki de bu yürüyüş bitmeye değil, beni usulca bırakmaya yazgılıydı.
Bir ağacın yaprak dökerken çıkardığı o kimsesiz ses gibi.
Bir mumun kendi kendine sönüşü gibi.
Kimseden izinsiz, kimseden özür dilemeden.
Adımlarım seyrekleşti.
Ayağımın altındaki zemin bile beni geriye çağırır gibiydi.
İnsan bazen bir eşikte durur ve düşünür:
Eğer şimdi geri dönsem, hiçbir şeyin hesabını vermek zorunda kalmadan, kendi karanlığımı kucaklayarak uyusam…
Kim fark eder?
Kim adımı anımsar?
Kim sorar neden gittin diye?
Belki de çok yoruldum.
Belki de hayatın bana verdiği bütün parçaları yanlış yerlere yerleştirdim ve şimdi o dağınıklığın içinde kayboldum.
Hiçbir şeyi düzeltecek gücüm kalmamış gibi.
İleri adım attıkça içimde biri “Bırak artık” diyordu.
“Yıllardır savaştın. Yıllardır taşıdın. Bir kez olsun kendini bırakmayı dene.”
Koridorun ışığı beni renksizleştirdikçe içimdeki vazgeçiş ateşi alevlenmek yerine küller gibi ağırlaştı.
O küller, içimdeki en karanlık düşüncelere yatak oldu.
Belki de bu dünyaya ait değilim.
Belki de en doğru yer, bütün ağırlığın yavaşça bastırdığı o derin uyku.
İnsanın göz kapaklarını bir daha açmamasına neden olacak kadar sessiz, yumuşak bir uyku.
Kimsenin çağırmadığı, kimsenin uyandırmaya çalışmadığı.
Bir an durdum.
Sırtımı duvara yasladım.
Derin bir nefes aldım ama o nefes bana ait değildi.
Sanki içimde bir başka beden nefes alıyordu.
Daha yorgun, daha kırılmış, daha kabul etmiş bir beden.
Benim yıllardır sakladığım tarafımmış gibi.
Geri dönmeyi düşündüm.
Son kez.
Başladığım yere, bildiğim karanlığa, kendi içimde kurduğum o dar ve sessiz odaya.
Orada bir yatak vardı sanki.
Dünyanın bütün ağırlığını taşıyan bir yatak.
Koltuk altlarından tutup beni sonsuz bir uykuya çağıran bir karanlık.
Huzurlu değildi belki ama tanıdıktı.
Tanıdık olan her zaman daha güvenli gelir insana.
Ve tanıdık karanlık bazen insanın tek evi olur.
Ama sonra fark ettim.
Geri dönmek de bir seçim,
ilerlemek de.
Hangisi daha ağır, bilemedim.
Yine de ayaklarım beni ileri itti.
Belki merak.
Belki korku.
Belki yenilmişlik.
Belki de kaderin beni usulca omzumdan tutması.
Hiçbirini bilmiyordum.
Bir köşeyi döndüğümde içimdeki kırkikindi yer değiştirdi.
Bu kez boğazıma oturmadı.
Göğsüme çökmekle yetinmedi.
Ruhumun en kuytu yerine yuvarlandı.
Orada bir sızı bıraktı.
Öyle derin bir sızı ki, sanki insan değilmişim de bir taşmışım.
Yıllardır aynı yerde duran, kimsenin kaldırmaya çalışmadığı bir taş.
Koridorun sonuna yaklaştıkça sessizlik büyüdü.
O kadar büyüdü ki içimdeki vazgeçme düşüncesine bile yer kalmadı bir süre.
Ne ileri yürümek istiyordum ne geri dönmek.
Tam ortada asılı kaldım.
İnsan bazen böyle olur.
Ne yaşamak ister ne ölmek.
Sadece durmak ister.
Sadece yorgunluğunu taşımak.
Sadece içindeki yağmurun dinmesini beklemek.
Son birkaç adım kaldığında başımı kaldırdım.
Ve önümde yazıyı gördüm:
...
5.0
100% (1)