12
Yorum
28
Beğeni
5,0
Puan
266
Okunma

İnsan, varoluşunun en derin yerinde anlaşılma arzusuyla yanar. Fakat paradoks şudur ki, insanı en çok olgunlaştıran şey çoğu zaman tam da bu arzusunun karşılıksız kalmasıdır. Anlaşılmamak bir eksiklik değil, bilincin kendi içindeki yankısıyla tanışmasıdır.
Bir başkası seni ne kadar dinlerse dinlesin
senin iç dünyanı ancak kendi algısının sınırları kadar kavrayabilir.
Bu yüzden anlaşılmamak, insanın evrenle kurduğu en sessiz iletişimdir:
“Kendimi taşıyorum.”
Mücadele de tam burada başlar.
Dış dünyanın dayattığı anlamlarla, kendi içinin gerçek anlamları çarpışır.
Bu çatışma acı verir çünkü insan iki farklı dünyanın arasında kalır:
Bir tarafta görünmek isteyen benlik,
diğer tarafta anlaşılmaya ihtiyaç duymayan öz.
Tek başına kalmak da bu yüzden acıtır.
Çünkü insan yalnız kaldığında kendisiyle hesaplaşır.
Sorduğu sorulara dışarıdan cevap gelmez;
cevap, kendi iç sesinin soğuk aynasından çıkar.
Bu ayna kırıcıdır ama öğreticidir.
İnsanı kendine döndüren en dürüst yüzleşme budur.
Ve nihayet şunu fark edersin:
Anlaşılmamak, insanın kaderindeki kusur değil, bilincinin derinliğini gösteren bir işarettir.
Kelimelerin yetmediği yerde, insan kendi hakikatine yaklaşır.
Mücadele yalnızca acıyla değil, özgürlükle de ilgilidir;
çünkü gerçekten anlaşılmayı beklemeyen biri, kendi varlığının efendisi olur.
Sonuçta insan şunu öğrenir:
Anlaşılmamak bazen bir kayıp değil, ruhun olgunlaşma biçimidir.
Acının içinden geçen düşünce daha keskin,
mücadeleyle büyüyen benlik daha gerçektir.
5.0
100% (8)