1
Yorum
9
Beğeni
0,0
Puan
98
Okunma

Hayat, çoğu zaman insanı kendi içinde sessiz bir yolculuğa çıkarır ve bu yolculuk kimi zaman fark edilmez, kimi zaman da en çok anladığını sandığın anda senden uzaklaşır. Öyle bir an gelir ki, uğruna neleri geride bıraktığını, hangi duygulara tutunup hangilerinden vazgeçtiğini birdenbire kavrarsın. O ana dek bir anlam aradığın her şey, bir anda kendi yüzünü gösterir. Ama çoğu kez o yüzü görmek, hakikatin çok geç geldiği bir anda olur. Zaman çoktan akıp gitmiştir ve düşünmenin faydası kalmaz. Geriye sadece insanın kendine verilen değerle yüzleşmesi kalır, en ağır tarafı da budur.
İnsanın kendi değerini başkasının ellerine bırakması, çoğu kırılmanın başlangıç noktasıdır. Oysa herkes kendi değerini kendi yazar, kimse senin hükmünü veremez aslında. Fakat hayat bazen öyle bir akışa sahiptir ki, insan bunu fark etmekte gecikir. “Neden bu acılar? Neden bu yük?” diye sorar kendine. Sorular çoğalır, cevaplar eksilir. İnsan, kendi iç sesinin karmaşasında kaybolur.
Herkes bir şeylerin emanetçisi olarak yaşar bu dünyada, öyle ki omuzlarımızda taşıdığımız yükler bazen bize ait değildir, bazense biz, bize ait olmayan şeyleri sahiplenmeye çalışırız. Bir yanımız sarılmak ister, diğer yanımız bırakılması gerekeni bırakmamak için direnir. Oysa insan anlamalıdır ki, hem kendisi emanettir hem de sahip olduğunu sandığı her şey. Bu bilinci kabul etmek, hayatın en çetin sınavlarından biridir.
Rüyalar biter, hayallerin çoğu gerçeğe dönüşmeden tükenir. Anılar ise insanın yakasını bırakmayan tek gerçekliktir. Zaman ilerledikçe insan kendi geçmişine bile yabancılaşır. Bir dönem büyütülen duygular, bir başka zamanda silinmeye çalışılır, fakat silindiği zannedilen hiçbir şey tam anlamıyla yok olmaz. İnsan aldanır, üstelik aldanırken bile neye aldanmış olduğunu fark etmez. Çünkü dünya artık geçici şeylerin dünyasıdır, bizse geçiciliğin içinde kalıcı olma çabasıyla yol alırız.
Kalıcı olan tek şey, biriktirdiğimiz anılardır. Bu yüzden insanın kendisi için güzel olanı saklaması gerekir. Zamanın bir gün onları önüne sereceğini bilerek yaşamak, içsel bir uyarıdır. Kaçmaya çalışırsın belki, fakat kaçamazsın. Çünkü anılar, insanın kendi hikayesidir. Bu hikayeden kaçmak, kendinden kaçmak demektir.
İnsan sevdiğini söylemekten korkmamalıdır. Hayatın en büyük pişmanlıklarından biri, söylenmemiş sözlerdir. Gecikilmiş bir itiraf, zamanın elinden düşen bir fırsat gibidir; geri gelmez. Bu yüzden sevdiğini söylemek, sarılmak, içinden geçenleri açıkça dile getirmek bir lütuf değil, bir zorunluluktur. Çünkü bir gün gelir, uzun süredir yanında olanların bir anda yok oluverdiğini görürsün. Elini tuttuğunu sandığın insanların, hiç beklemediğin bir anda ellerini bıraktığını fark edersin. O zaman anlarsın ki, her şey tahmin ettiğinden daha sıradandır.
Bu yüzden insan dost ararken bile dikkatli olmalıdır öyle her köşe başında dost aranmaz, her omuz güven taşımaz. Bazen bir gölge bile insana yeter. En azından incitmez, terk etmez, hesap sormaz. İnsan yürüdükçe yanında yürümeye devam eder. Sadakat arayan ruhlar için bundan daha sessiz, daha güvenli bir eşlikçi yoktur.
Hayat, bize verilen bu kısa zaman diliminde anlam arama çabasıdır aslında. Ve o anlam, çoğu zaman gecikmiş bir fark edişle ortaya çıkar. Ama yine de insanın yapabileceği en değerli şey, elinde olanı hakkıyla yaşamak ve emaneti kırmadan taşımaktır.
*
Mehmet Demir
241125