2
Yorum
18
Beğeni
5,0
Puan
164
Okunma

---
Kırılmış bir sessizliğin içinden, uzun bir kış uykusundan uyandım bugün; bir nefes daha alsaydım dağılacaktı bütün yollar.
Zamanın omzuna yaslandım senin yerine; sözlerin bir zehir gibi sızdı içime. Ne zaman sana doğru adım atsam ya bir deprem koptu, ya bir fırtına savurdu.
D’okunuyor yazısız taşlara. Saramıyorum umutlarımı gölgene bile.
Buz tuttu sana uzanan ellerim; bu yüzden mecalsizim. Soğuk, artık iyice sarmaya başladı içimi, damarlarımda uzun bir kış yürür gibi.
Ayaklarım taşımıyor kalbimi.
Sessizlik buz…
Gece neresi, gündüz neresi… Sayamadım kaç cümle kayıp, kaç ay geçti, kaç gün, kaç saat… Kaç ömre sığar bu acı?
Görmeye dil gerek, bakmaya lisan; senin dilinde karşılığı yok benim içime çöken gölgelerin. Taşlar yerinden oynuyor sürekli; içimdeki serçeler can çekişiyor. Kalbime attığın düğümler izin vermiyor umutlarımın yeşermesine.
Sen hangi dille tercüme edebilirsin ki şimdi bunu? Hangi yağmur, hangi kar dindirebilir yüreğimin umutsuz sesini?
Yaşadıklarımızı toplasam, bölsem, çarpsam; kaç umut eder? Daha kaç gözyaşı feda etmem gerek ulaşmak için sana?
Ben budala… ben aptal…
Buğulu camlar ardında, tek bir nefesle, son bir haykırışla hayata tutunurken, göğsümdeki o sessiz kıvılcımla, bir katre umut daha düştü yüreğimden.
Daha gitmeden yazmıştım bu satırları sana, ben. Şimdi dön, bir bak eserine yeniden.
Suysa su, ateşse ateş…
Git, sen de git. Ben de gideceğim bir gün zaten.
Ve haydi…
it şimdi uçuruma,
sana tutunan ellerimden.
---
5.0
100% (6)