0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
105
Okunma
Hayat, geçmişle bugün arasında gidip gelen bir yansıma gibidir. Anılar, hisler ve yaşanmışlıklar birer gölge gibi üzerimize düşer. Ve o gölgelerden biri vardır ki, adı Sevda’dır. Sevda kolay değildir; bazen acıtır, bazen yakar, bazen ise sızlatır. Sanki diş ağrısı gibidir; zamansız, habersiz ve derinlere işler.
Sevda, kokusunu tarifsiz, henüz keşfedilmemiş çiçeklerden alır. Usulca yayılır etrafa ve farkında olmadan, hücrelerinize kadar nüfuz eder. En ince kılcal damarlarınızda bile hissedersiniz varlığını; sinsi bir virüs gibi, çözümü zor bir bilmece gibi. Ama tüm bunlara rağmen vazgeçmek mümkün değildir.
Onun rengi de kendisi gibi çelişkilerle doludur: Gül kurusu. Hem hüzün taşır hem tutku; hem acı vardır içinde hem de coşku. Belki de bu yüzden, Sevda yalnızca iki heceden ibaret olsa da, hayatın en karmaşık ve en güzel deneyimlerinden birini sunar.
Sevda, bir yandan yakan, bir yandan da büyüleyen bir duygudur. İçinde barındırdığı hem tatlı hem acı, hem coşku hem hüzün dengesiyle, hayatın kendisi gibi karmaşık ama bir o kadar da anlamlıdır. Onu anlamak, kendini anlamaktır; ona teslim olmak ise, hayatı bütünüyle hissetmektir.