0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
114
Okunma
Bugün yalnızlığımı aldım yanıma ve İstanbul’a çıktım.
Bu şehrin kalabalığıyla baş başa kalmak istedim; belki beni biraz unuturum, belki de kendimi yeniden bulurum diye…
Çünkü İstanbul bazen bir insan gibidir; suskun, yorgun, ama yine de umut dolu.
Bazen seni dinler, bazen de seni kendi sessizliğine gömer.
İstiklal Caddesi’ne vardığımda, kalabalığın ortasında bir yalnızlık dalgası sardı içimi.
İnsan sesleri birbirine karışıyor, yabancı diller yankılanıyor, bir kahkaha bir başka hüznü bastırıyordu.
Ne kadar çok insan vardı ve ben o kadar az hissediyordum kendimi.
Bir köşede duran simitçinin dumanı bile bana yalnızlığımı hatırlattı.
Kimi sevgilisiyle yürüyordu, kimi çocuklarıyla, kimisi yalnız ama mutlu görünüyordu.
Bense kalabalığın içinde en sessiz bendim.
Bir yabancı gibi, kendi şehrimde misafir gibiydim.
Galata Kulesi’ne çıktım sonra.
O taş basamaklardan her adımda geçmişin ayak seslerini duydum.
Bir zamanlar orada dua edenlerin, sevdasını saklayanların, ayrılığa bakan gözlerin yankısı vardı sanki.
Tepeden baktım İstanbul’a...
Boğaz maviydi, ama içinde bir hüzün gizliydi.
Martılar çığlık atarken bile bir şeyleri anlatmak ister gibiydiler.
Sanki onlar da biliyordu, bu şehirde herkes biraz eksik, herkes biraz yalnız.
Rüzgar yüzüme çarptığında, aklımdan geçti:
"Belki de insanın kaderidir yalnızlık.
Ama ne güzel bir kaderdir bu, İstanbul’un sessizliğinde yazılabiliyorsa."
O an defterimi açtım, notlar almaya başladım.
Her kelime, bir sokağın sesi gibiydi; her cümle, bir vapur düdüğü, bir dalga, bir ezan sesi...
İstanbul, kendi hikayemi yazdırıyordu bana.
Ben susuyordum, o anlatıyordu.
Bir süre sonra Galata’dan aşağı indim, Karaköy’e yürüdüm.
Bir çay söyledim sahil kenarında.
Köprüden geçen insanların gölgeleri suya düşüyor, ben de o gölgeler arasında kendimi arıyordum.
Bazen insan bir şehirde değil, bir bakışta kaybolur derler.
Ama ben bugün bir şehrin kalbinde kayboldum.
Kendimi İstanbul’un gri bir sabahına, mavi bir akşamına bıraktım.
İstanbul...
Sen ne çok yalnızlık saklıyorsun içinde.
Her köşe başında bir hikâye, her adımda bir veda var.
Ama yine de senden kopulamıyor.
Çünkü sen bir yara gibisin; acı veriyorsun ama insan seni sevmekten vazgeçemiyor.
Eve dönerken fark ettim, gün batmış, sokak lambaları yanmıştı.
İstanbul yine güzeldi, ama bir o kadar da hüzünlü.
Ben de hâlâ kalabalığın içinde bir sessizliktim.
Bir dost arar gibi baktım gökyüzüne, yıldızlara...
Sonra kendi kendime fısıldadım:
“Belki de İstanbul’un en yalnız sokağı, benim içimde olandır.”
Ve o an anladım…
Yalnızlığımı paylaştığım tek dostum, gerçekten İstanbul’du.
O beni dinlemiş, sessizliğimi saklamış, kalbimdeki kelimeleri mısraya dönüştürmüştü.
Belki de bu yüzden, her yalnız yazar, bir gün mutlaka İstanbul’a sığınır.
Çünkü bu şehir, yalnızlığın en güzel şeklidir:
Bir deniz kadar derin, bir dua kadar samimi, bir şiir kadar suskun…
Abdurrahman Tümer