0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
82
Okunma
“Kimsiniz?” diye sordu.
“Ben de bilmiyorum.” dedim.
Aslında bazen gerçekten bilmiyoruz kim olduğumuzu.
Ne olmak istediğimizi, neye dönüştüğümüzü, hangi yolda yürüdüğümüzü…
Kendimizi tanıdığımızı sanarken, hayatın karmaşasında yavaş yavaş uzaklaşıyoruz o tanıdık yüzlerden — kendi içimizdeki bizden.
Bir zamanlar “ben” dediğimiz şey, bir gülüşün içinde, bir çocukluk hayalinde, bir dostun sesinde saklıydı belki.
Ama yıllar geçtikçe, her “gerekti”nin altında biraz daha kaybolduk.
Toplumun beklentileri, başkalarının yargıları, “doğru olan” diye dayatılan yollar arasında kendimizi susturmayı öğrendik.
Ve sonunda biri “Kimsin?” diye sorduğunda, gerçekten bilmiyoruz.
Çünkü içimizdeki ses o kadar uzun zamandır konuşmuyor ki, tanıyamıyoruz artık onu.
Kendini kaybetmek bazen sessiz olur;
bir sabah uyanırsın, aynada seni izleyen gözlerin tanıdık değildir.
Ruhun, bir yerlerde unuttuğun bir şarkının notalarını arar gibidir.
O an anlarsın: kim olduğunu hatırlamak için önce sustuğun her şeyi duyman gerekir.
Belki de bilmemek bir yenilgi değil, bir başlangıçtır.
Çünkü “ben kimim” sorusu, insanın kendine yönelttiği en derin arayıştır.
O sorunun cevabını ararken yeniden doğar insan;
katman katman soyunur, maskelerini bırakır, “olması gereken” değil “olduğu gibi” biri olmaya başlar.
“Ben de bilmiyorum.” demek bazen en dürüst cevaptır.
Çünkü o cümlenin içinde, yeniden kendini bulmanın cesareti vardır.
Bir arayışın, bir uyanışın, bir içsel yolculuğun ilk adımıdır.
Ve belki bir gün, biri yine “Kimsiniz?” diye sorduğunda,
gülümseyerek “Artık biliyorum.” diyebilirsin —
çünkü o zaman, gerçekten sen olmuşsundur.