1
Yorum
10
Beğeni
5,0
Puan
129
Okunma

Leyli’m,
Her günüm durgun bir sızıyla başlıyor.
Sessizliğin ortasında adımlarım kayboluyor; sanki yeryüzü bile beni tanımıyor artık.
Ellerimde tutamadığım anlar, parmaklarımın arasından süzülüp gidiyor. Ve yalnızlığım… evet, sadece yalnızlığım artık beni herkesten daha iyi tanıyor.
Gözlerimden süzülen hüzün, göğsümde taht kurmuş gibi. Her inilti, her eksik nefes, beni biraz daha boşluğa bırakıyor.
Bir zamanlar ellerimi tutmuştun, bana söz vermiştin. Ama şimdi o eller, karanlığın içinde kayboldu.
İçimde büyüyen korku, dikenli bir tel gibi canımı acıtıyor; acım, içimi yakıp geçen bir ateş gibi sızlıyor.
Yaram o kadar derin ki, zaman bile onu çözemez.
Gece gelir, sessizce beni sarar; ama uykular bile kaçıyor. Çünkü ben hâlâ seni arıyorum
— sana dokunamadan, sana ulaşamadan.
Bir an geliyor, düşlerim susuyor ve kimsesizliğim beni kucaklıyor.
Her terk ediliş, her boşluk yavaş yavaş siliniyor kalbimden.
Ve ben biraz hafifliyorum; biraz daha yalnız kalmayı öğreniyorum.
Ama ne kadar öğrensem de, hâlâ seni bekliyorum.
Her sızı, her sessizlik adını fısıldıyor geceye.
Rüzgâr bile uğultusunda yokluğunu bana hatırlatıyor; içimde hem özlem hem acı, birbirine dolanmış dönüp duruyor.
Ve ben, tüm bu sessizliğin içinde,
kaybolmuş bir parçamla seni aramaya devam ediyorum.
Dokunamadan, ulaşamadan,
Ama hâlâ umutla…
Çünkü umut bile , senin adını taşıyor...
— Sessizliğinde kalan ben
---
5.0
100% (2)