1
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
94
Okunma

Herkes düğüne neşe içinde giderken o suratını asmış gitmeyeceğini söylüyordu.
Birçok kişinin diller dökmesine rağmen hiç kimse onu ikna edememişti. Oysa o yırtık ayakkabısını kimse görmesin diye ayaklarının üstüne gizilce oturmuş yerinden kıpırdamıyordu. Neyse ki yarım saat kırk beş dakika sonra herkes minibüse binip gitmişti. Orada bir süre daha oturduktan sonra, yırtılmış ayakkabılarının kenarına basa basa öğrenci evinin yolunu tutmuştu. Eve geldi.Yatağının üzerine uzandı. Belirli bir süre gözlerinden yaşlar döküldü. Sonra uykuya daldı. Sessiz bir ortam, gürültüde eden olmadığı için uzun bir süre deliksiz uyku çekti. Uyandığı zaman, acıktığını hissetti. Mutfakta, bir yumurta, biraz peynir, zeytin, salata ve domates gibi zerzevattan tek tük bir şeyler kalmıştı. Yemek pişirmek içinden gelmiyordu. O bulduğu nevalelerle karnını doydu. Sıra yüreğine gelmişti. Yüreğini doyurmak için kitaplıktan bir kitap aldı. Garibanın Yaşam Dünyası adında bir kitaptı.
Kuytu bir mahallenin, gün bulup, gün yiyen insanlarının hayatlarından bahsediyordu. Öyle kendini kaptırmıştı ki düğünden dönen akrabalarının kapıyı çalması ile hayal dünyasından gerçek dünyaya uyanmıştı. Herkes ne kadar eğlendiğini, çok neşeli oyunlar oynadıklarını ballandıra ballandıra anlatırlarken o ah garibanlık diye içi içine sığmıyordu. Zaman geçmiş çocukluk, gençlik derken lise yılları gelip çatmıştı. Köyünden, memleketinden uzakta teyzesinin yanında okumak için Bursa’da bir okula kaydını yaptırmıştı. Teyzesinin kocası, inşaat işleri yapıyor, o da arada, sırada cumartesi, pazar tatil günlerinde çalışıp harçlık biriktiriyordu. Okul tam zamanlı ve uzak olduğu için okulda okul kantininde karnını doyurması gerekiyordu . Ama garibanlık okulda da vefalı bir yar gibi yakasını bırkmıyordu. Bazen de okul biletinden başka parası olmuyordu. Okulun bahçesine yakın çiftçilerin tarlaları vardı. Çiftçilerin tarlalarının kenarlarına diktikleri, ayva ve elma ağaçları ile çevrelenmişti. Bazen de elma ve ayva ağaçlarından koparıp karnının açlığını bastırıyordu.
Yine bir gün okul geziye gidecekti. Herkes heyecan içinde geziyi anlatırken o ben gezileri sevmiyorum. Siz gidin, size ayak bağı olmayayım, diye kendini avutuyordu. Oysa garibanlılığa içinden küfürler savuruyordu. Ama geziye gitmek için can atıyordu. Cebinde beş kuruş parası yoktu. Yine yüreği buruk, boynunu kaşıya kaşıya teyzesinin evinin yolunu tutmuştu. Okul bitmiş, üniversite yılları başlamıştı. Babası kendi halinde Bağ-Kur emeklisi birisiydi. Bir zamanlar durumları çok iyiymiş fakat iflas etmişlerdi. O bunun farkında olduğu için üniversite tamamlanınca kadar tatillerde inşaatlarda çalışıyor, harçlığını öyle kazanıyordu.
Üniversite okurken okuldan bir kaç arkadaşıyla bir ev kiralamışlardı. Bir ay kira ödedikten sonra ikinci ayda ödeme biraz gecikmişti. Ev sahibi onu çok seviyordu. Onu yanına çağırdı. Evlat kirayı niye geciktirdiniz, diye sorunca mahçup bir eda ile babasının maaş gününü üç gün sonra olduğunu kiranın gününü o gün ile değiştirmesini teklif etti.
Ev sahibi, Mithat amca babacan bir adam idi. Bak evlat dedi ev için kira istemiyorum elektriği suyu ödeyin okul tamamlanıncaya kadar bedava oturun dedi. Şimdi anıları hayal edince, saçına kırlar düşmüş, bir adamın hayatına mihenk taşı olan Mithat amcanın ruhuna Fatiha okumadan geçemiyor.
Muammer KARS
5.0
100% (2)