Para, gübre gibi etrafa yayılmazsa işe yaramaz. baco
Çağdaş Durmaz
Çağdaş Durmaz

KADIN

Yorum

KADIN

( 1 kişi )

0

Yorum

7

Beğeni

5,0

Puan

140

Okunma

KADIN

KADIN





Akşamın soluk moru, İstanbul’un eski bir semtindeki ahşap cumbalı evin penceresinden içeri sızmış, duvardaki yağlı boya tablosunu hareketlendiriyordu. Kadın, koltuğun derin koyu mavisine gömülmüş, avuçlarında ısıtmaya çalıştığı porselen fincanın soğumakta olan çayına bakıyordu. Buharı çoktan kesilmişti. Tıpkı kendi içindeki hayat ateşi gibi. Orta yaş, işte böyle bir şeydi; farkında olmadan sönen közlerin hüznü.

Salon, zamana direnen eşyalar ile doluydu: Babasından kalma ceviz konsol, annesinin işlemeli şalı, çiftin gençliğinde Anadolu gezilerinden topladıkları bakır semaver... Her nesne, geçmişin somut bir kanıtı gibiydi. Ama en ağır kanıt, karşısında sessizce oturan adamdı. Kadın, kanepede, elindeki gazeteyi okur gibi yapıyor, ama gözlerinin üzerindeki kırışıklıklar, zihninin çok uzaklarda olduğunu ele veriyordu. Otuz yıl... Bir insan ömrünün yarısı. Ve şimdi, bir kararın ağırlığı, o otuz yılın tüm ağırlığını eziyor, soluk aldırmıyordu ona.

Pencereden dışarı baktı. Sokak lambasının titrek sarı ışığında, yağmur sonrası asfaltın üzerinde bir su birikintisi parlıyordu. Rüzgar, yaprakları kımıldattıkça, suda bozulan yansımalar beliriyordu. Kendini o su birikintisi gibi hissediyordu. Dışarıdan bakınca berrak, ama en ufak bir dokunuşta dağılan, bulanan, şeklini kaybeden... Gençliğinde ne istediğini bilen, dik duran o kadın nereye gitmişti? Evliliği, kendi seçimleri, arkadaşları... Hepsi, bu "aşk" denilen girdabın içinde eriyip gitmiş, geriye sadece bir adamın hayatının gölgesinde yaşayan bir siluet kalmıştı. Evlilik, zamanla bir tür gönüllü tutsaklığa mı dönüşmüştü ? Yoksa o mu tutsak etmişti kendini?

Fincanı masaya bıraktı. Ses, sessizliği keskin bir bıçak gibi yardı ,aynada kendi yüzüne baktı, aynadaki kadının gözlerinin derinlerinde saklı, tükenmiş bir sabır ve korku vardı. "Karar verecek misin?" diye sormak ister gibiydi bakışları. Kadın içini çekti. Asıl korkusu karar vermek değildi; verdiği ya da vereceği kararın çocuklarının hayatını nasıl etkileyeceğiydi. Oysa sevdiği adam, bütün varlığıyla ona tutunmuştu. Onun kararsızlığı, onun korkusu, onun belkileriyle nefes alıyordu. Kendi kaderini onunkine bu kadar sıkı bağlamak, şimdi bir tür ahlaki ihanet gibi geliyordu. Onu, bu içsel fırtınaya ortak etmek, bu sancılı bekleyişin pasif kurbanı yapmak... Bu, sevgiden çok zulümdü.

Ayna, zamanın acımasız elini hiç saklamıyordu. Şakaklarındaki kır dumanları, göz çevresindeki kaz ayakları, dudaklarında kuruyan bir gülümseme izi... Gençlik güzelliği değildi kaybettiği; gençliğin o korkusuz, sınırsız olabilirliğiydi. Şimdi, önünde duran seçenekler bile birer dar koridor gibiydi: Kal? Git? Kalıp da kim olacaktı? Hayatının en büyük sorusu "Kimim ben?" sorusuna dönüşmüştü. Evlendiği adamın yanında kimdi? Onsuz kim olabilirdi? Ve en önemlisi: Bu kadar üzülmeye değer miydi ? Yılların emeği, toplumsal baskı, alışkanlığın rahatlığı... Hepsi, "değer" terazisinin bir kefesine yığılmıştı. Diğer kefede ise tek bir şey vardı: Kaybolan yılar... Kaybolma korkusu değil; çoktan kaybolmuş olma gerçeği.

Balkondan hafif bir esinti, annesinin şalının ucunu oynattı. Annesi, bir evliliği "kadınlık görevi" diye ömür boyu taşımıştı. Acaba o da böyle mi hissetmişti? Kendini, bir başkasının kaderine zincirlemiş gibi? Kadın titredi. Kendi sessiz isyanının, annesinin sessiz kabullenmesinden daha onurlu olduğunu düşünmek istiyordu. Ama şimdi, sırtından görünen o düşük omuzlar, ihanetin sadece gitmekle olmadığını, kalmakla ve ruhunu öldürmekle de işlenebileceğini fısıldıyordu.


İçeri girdi üzerine serin bir akşam nemi sinmişti. "Soğuk," dedi, sesi boşluğa karıştı. Aynaya bir daha baktı. Işığın solgun halesi içinde, saçlarındaki beyazlar daha belirgindi. Sevdiği adam gençliğini, enerjisini, belki de kendi "olabilirliğini" ona adamıştı. Peki ya o? Ona ne vermişti? Sevgi, evet. Ama içten içe kemiren bir pişmanlıkla gölgelenmiş, bir türlü "tam" verilememiş bir sevgi. Vermek için kendinde olmayanı vermesi gerekiyordu çünkü ,her şeyi geride bırakıp gitme cesareti yoktu.

Bacakları titriyordu ama ayakları sağlamdı. Babasından kalma ceviz konsolun üzerindeki aynaya yürüdü. Işık, artık tamamen çekilmiş, yerini alacakaranlığın gri-moruna bırakmıştı. Aynadaki kadının gözlerinin içine baktı. O derinlerde, tükenmiş sabrın ve korkunun arasında, küçük, ama inatçı bir kıvılcım gördü. Kaybolan kendisiydi, evet. Ama belki de kaybolmuş olmak, yeniden bulunmanın ilk adımıydı? Belki de "Kimim ben?" sorusu, cevabını ancak bu boşluğun ortasında, tek başına dururken bulabilirdi?

Annesinin işlemeli şalı, konsolun kenarından sarkıyordu. Hafif bir rüzgar esintisiyle havalandı, kadının eline değdi. İpeğin soğuk dokunuşu, annesinin uzak, solgun anısı gibiydi. Ömür boyu taşıdı... Ama ben taşıyamayacağım. Bu düşünce, içinde bir şeyi özgür bıraktı. Bir zincir kırıldı. Kabullenmek bir onurdu belki, ama kendine ihanet etmek değildi. Kendini feda ederek kurduğu bu düzen, aslında hepsine yapılmış bir haksızlıktı. Sevdiği adama da çocuklara da, kendisine de...


Derin bir nefes aldı. Ciğerlerine dolan hava, yıllardır ilk kez gerçekten temiz hissettirdi. Balkona açılan kapıya doğru döndü. Dışarıda, akşamın son ışıkları tamamen sönmüş, İstanbul’un eski semti, ıslak taşlar ve yaşlı ağaçlarla sessizliğe gömülmüştü. Yağmur sonrası toprak kokusu, pencereden süzülüp içeri doluyordu. Taze bir başlangıcın kokusuydu bu.

Evlendiği adam , hala koltuğunda oturuyor ve ona bakıyordu. Gözlerinde bir soru, derin bir endişe vardı. Kadın, ona doğru bir adım attı. Onca yıllık yolculuğun bütün ağırlığı omuzlarındaydı, ama sırtı biraz daha dikti. Konsoldan annesinin şalını aldı. Yumuşak ipeği avuçlarında hissetti. Sonra, yavaşça, evlendiği adamın yanına gitti. Onun önünde durdu.

"Ben..." diye başladı, sesi ilk başta kırık, ama giderek güçlenen bir tonda. "Ben... artık burada ben olamıyorum."

Kelimeler odada çınladı. "Burada" vurgusu ağırdı. Evde, bu hayatta, bu gölgenin içinde... Adamın yüzündeki ifade dondu, gözleri genişledi. Bir şeyler söylemek için dudakları kıpırdadı, ama kadın nazikçe elini kaldırdı. Sessizlik, bu kez bir şeyi kesmek için değil, bir şeyi başlatmak için vardı.

"Seni sevmiyorum," diye ekledi, gözlerinin içine bakarak. Bu sefer, pişmanlıkla gölgelenmemiş, acıyla bükülmemiş, gerçek bir cümleydi bu. "Onca yıl, her şeyimiz için... minnettarım. Ama..." Duraksadı. Nefes aldı. "Ama ben ,beni kaybettim. Ve kendimi, bu evin dışında, bu hayatın gölgesinde, senin yanında olmadan aramam gerekiyor."

Kadın, elindeki şalı, annesinin sessiz kabullenmesinin sembolünü, yavaşça adamın dizlerine bıraktı. Geçmişin yükünü, şimdinin yanında bırakıyordu.

"Çocuklar... onlara da anlatacağım," dedi, sesi şimdi daha kararlıydı. "Gerçeği... Zor olacak, biliyorum. Ama... Onlara karşı dürüst olmak, onlara verebileceğim en büyük saygı."


Doğruldu. Konsola, aynaya bir kez daha baktı. Aynadaki kadının gözlerindeki o küçük kıvılcım, artık kararlı bir alev olmuştu. Dışarı çıktı. Balkonun ıslak demirine dokundu. Alacakaranlıkta, uzakta bir sokak lambası yanmış, ıslak kaldırımlara solgun bir ışık döküyordu. O ışık, kaybolmuş birinin, karanlıkta attığı ilk adımın ışığıydı. Soğuktu hava, ama içi, çok uzun zamandır ilk kez, buzları çatlamış bir nehir gibi akıyordu. Geriye dönüp bakmadı. Adımları, ıslak taşlarda yankılanarak, sessiz bir evin ve bitmiş bir hayatın kapısından çıkarken, kendi sabahının henüz doğmakta olan, özgür şafağına doğru ilerliyordu.

Sevdiği adamın yanına kendini bulmaya gidiyordu...


Çağdaş DURMAZ


Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (1)

5.0

100% (1)

Kadın Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Kadın yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
KADIN yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL