0
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
225
Okunma
Babama kalırsa benden iyi bir çoban çıkacaktı. Köydeki ilkokula bile çok geç yazdırmıştı. Okul arkadaşlarıma göre yaşım büyüktü. İlkokul bitince ortaokula gönderip göndermeme konusunda da kararsız kalmıştı. Karneden önce öğretmenin bababı okula çağırarak beni ortaokula yazırmamı istemişti ama babam pek oralı olmamıştı.
O yaz yaylada kuzu otlatırken hep ortaokula gitme hayalleri kurmuştum. Yaylada kurt kuzumu kapmış, korkudan dilim tutulmuştu, konuşamıyordum. Abim yayladan beni alıp köye getirmişti. Ertesi gün abim beni şehre doktora götürdü, hazır gitmişken de okula kaydımı yaptırdı, müdürün verdiği listedeki kitapları kırtasiyeden aldık. Akşam minibüsle eve geldik içim içime sığmıyordu. Akşam eve giremiyorum, heyecandan etrafta koşup oynuyordum. Akşam babam eve geldi, ben ile abim suspus karşısına oturduk. Acaba babam ne diyecek, kızacak diye korkuyla bekliyorum. Abim beni ortaokula yazdırdığını söyledi. Babam sustu, bir süre bekledi. Sonra “okumaz o” dedi. Abim “okur” dedi. Babam “o kuzuları seviyor çobanlık yapacak” dedi. Abim de “istersen kendisine sor” dedi. Uzak bir köşede çömelmiş duruyordum. Oturduğum yerden keçenin desenlerine gözlerim sabitlenmiş kalmıştı. Babam bana okula gidecek misin diye sordu. Keçenin desenlerini tırnağımla kazıyıp duruyordum. Başımı kaldırıp babamın yüzüne bakamıyordum. Uzayan sessizlikten faydalanıp abime uzaktan çaktırmadan baktım. Abim gün boyunca bana nasıl cevap vereceğimi anlatıp durmuştu. Abimin cesaret veven bakışından güç alarak “evet okumak istiyorum” dedim. Babam beklemediği bu cevap karşısında çok şaşırmıştı.
Köyde ortaokul olmadığından şehirde yaşayan dayımın yanında ortaokulu okuyordum. Dayımın çocukları göç etmiş gitmişlerdi, Almanya’da yaşıyorlardı. Yaşlı karı koca yalnız kalmışlardı.
Okulun önünde sıra olunca boy farkından dolayı utanır ve törenlere katılmak istemezdim. İlk zamanalar kimseyi tanımıyordum, okulda sıkılıyordum, köyü özlüyordum. Bazı günler okuldan kaçıyor, bahçedeki yaşlı kayısı ağacına çıkıp saklanıyordum. Sonbaharda şehir hızar sesi ile çınlıyordu. İnsanlar ağaç buduyorlardı, bütün bahçelerde kışlık odun hazırlığı vardı. Hava taze talaş kokuyordu. Yanmış benzin kokusu saklandığım kayısı ağacında genzimi yakıyordu. Halen hızar sesi ve kayısı ağaçları bana ortaokul yıllarımı hatırlatıyor.
Okulda herkesin üzerinde lacivert ceket ve gri pantolon vardı. Babam bana okul ceketini alamamıştı. Okula gitmek kâbus olmuştu. Müdür her sabah törende beni azarlıyordu. Utana sıkıla durumu evde anlatınca, dayım gardırobundan giymediği eski bir ceketini kutsal bir emaneti çıkarır gibi çıkardı, bir terzinin el yordamıyla bana giydirdi. Çok da yakıştığını söyledi. Benim içine sinmedi ama giymekten başka çarem yoktu. Koyu kahverengi kumaş üzerine geniş gri çizgilerin olduğu kareli ceketin kolları sarkmış içinde kaybolmuştum. Ceketin yakası aşınmış içindeki beyaz pamuk dışarı fırlamış, uzaktan gözüküyordu.
Dayım ona da hemen çözüm buldu. Ceketi verip beni Sürmeli pasajındaki Terzi Kurban’a gönderdi. Çarşıda terziyi sorup buldum, dayımın selamını söyledim. Terzi Kurban beni gayet sevecen bir şekilde karşıladı, eski dostu olan dayımla konuşuyormuş gibi benimle derin bir sohbete dalmıştı. Terzi hem konuşuyor hem de çalışıyordu. Terzi sanki hiç yaşanmamış eski bir zamandan bahsediyordu. Terzinin bahsettiği insanların hiç birisini tanımıyordum. Terzi Kurban’ın görüntüsü şimdi bile gözümün önünde duruyor. Kalın kenarlı gözlükleri burnunun kemerinde duruyor, gözlüğün uzun askı ipleri iki yanağından sarkıyor, sonra bu yağlı ip kırışık içindeki ensesinde birleşiyordu. Sohbet boyunca terzi hapşıracak, gözlüğü düşüp kırılacak diye korkuyordum. Hemen arkasındaki sıvası kabarmış duvarda yaprakları iyice azalmış bir takvim asılıydı. Takvimin karton çerçevesine rastgele telefon numaraları yazılmıştı. Çerçeveli siyah beyaz fotoğrafta, gençlik yıllarından kalma pala bıyıklı, siyah gür saçlı Terzi Kurban durmadan gülümsüyordu. Mülk Allah’ındır tabelası altında torunlarına ait olacak üç adet vesikalık fotoğraf itinayla duvar saatinin camına iliştirilmiş duruyor. Terzi bir saat uğraşarak yenilmiş kumaşa hünerli elleri ile ilmek ata ata ceketin yakasını tamir etti, dikişler uzaktan fark edilmiyordu.
Okulda bir tek benim ceketim farklıydı. Yaşım da büyük olduğundan uzaktan bakınca öğretmen sanıyorlardı. Sınıfta en arkada uzun boyum belli olmasın diye kamburumu çıkararak sıraya adeta çömelirdim. Öğretmenler beni tahtaya kaldırmasın diye dua ederdim, soruların cevabını bildiğim halde asla elimi kaldırmazdım. Yazılı sonuçları okunurken en iyi notu ben alırdım, herkes dönüp bana bakınca bu bakışlardan sıkılır, iyice kısalırdım.
Mustafa Alagöz
5.0
100% (1)