3
Yorum
7
Beğeni
0,0
Puan
220
Okunma

Giriş
Nasıl ki merhûm üstâd Cemil Meriç
irfân bahsinde cumhûrun Atası konumundadır.
Aynı şekilde merhûme Alev Alatlı hanımefendi de
o münevver rûhuyla şefkatli Anası mesâbesindedir.
Müslümanlıktan geçtim,
İnsan olan herkesin kulak vermesi i’câb eder.
Önsöz
Sekülerizm: Lâik hayâta âit,
dînden bağımsız şeklinde tanımlanmaktadır.
Lâik vaziyete getirme,
dînden bağımsızlaştırma anlamlarına da gelmektedir.
Yâni;
Bin yıl İslâm’ın sancaktârlığını yapmış
azîz Türk milletinin Cumhûriyet’inde
bu seküler yapı, dîn düşmanı olmaktan ziyâde
azılı ve katıksız İslâm düşmanlığına soyunmuştur.
İ’tikâdlı câmia’ya karşı bilmesinlerciliği,
anlamasınlarcılığı iştâhlı bir şekilde iliğine kadar özümsemiştir.
Katsayı zulmü başlı başına zulmün dikey boyutu zâten!
İşgâl eden düşmandan dahi beklenmezdi böylesi bir zulüm.
Sekülerizm, "tek tip insan" dayatmasının ta kendisidir.
Diğer bir değişle bilmesinlerciliktir sekülerizm.
Zulümdür, zulmettir, karartmadır, anlamasınlarcılıktır.
Bu minvâlde; Lâiklik, Sekülerizm ve Kemalizm bir Şeytan üçgeni gibidir.
İstisnâsız bütün "İzm"ler Siyon-izm’in uyduruğu
ve dahası, onun kontrolünde ve güdümündedir!
Kemalizm, Siyonizmin sigorta ideolojisidir. (Fâtih Tezcan)
Kamâlizm, Siyonizmin Türkiye’deki bekçisidir. (Fâtih Tezcan)
Nâfiz Basan
Zulmet-i Cehl-i İltizâm
Obskürantizm: Bilmesinlercilik.
Diğer bir deyişle, anlamasınlarcılık.
Fransızca obscüre (karanlık) kelimesinden türetilmiştir.
Bilmesinlercilik, belli sınıfların
belli bilgileri bilmemeleri gerektiğini savunan siyâsal görüştür.
Kimi toplumsal sınıfların belli bir eğitim düzeyini aşmaması
ve aydınlatıcı birtakım bilgilerle donatılmaması gerektiğini ileri süren
ve genellikle özgür düşüncelere karşı koyanların tutumuna verilen ad.
Bilmesinlercilik, Karanlıkçılık ya da Obskürantizm,
hakîkatin toplumun bâzı sınıf ve kesimlerince
bilinmesinin kasıtlı olarak önlenmesidir.
“Karanlık yap. Karart ki kitle bilmesin, toplum bilmesin, başkaları bilmesin.
Sâdece biz bilelim. Sâdece bizimkiler bilsin.”
Tüm despot yönetimler, tüm monarşiler tabiâtları gereği obskürantisttir.
Yâni karartma uygularlar. Bilgiyi tekele alırlar.
Bu kelîmeyi, anlamasınlarcılık şeklinde de kavramak lâzım.
Çünkü bilmek, anlamaktır.
“Biliyor görünsün, biliyormuş zannetsin,
gerçeği bilmesin, sahte bilgi ile oyalansın dursun.”
Câhiliye diye bir kavram vardır Kur’ân’da.
Tam da bu kavramın vurgularından biridir. Câhiliye, obskürantizmdir.
Bilgiyi Karartma, Aptallaştırma
Bilgi, bir güç olarak belli tekellerin eline verilir.
Böylece yönetilen kitlenin emeği, gücü ve alın teri sömürülür.
Obskürantizm, bu sömürüyü sonsuza kadar sürdürme eylemidir aslında.
Kur’ân’da, “Firavun kavmini aptallaştırdı, ahmaklaştırdı.”
(Zuhrûf 43:54) ifâdesi yer alır. İşte bu, tam bir obskürantizmdir.
Obskürantistler Karanlığı Severler
Karartmacılar yarasa tabiâtlıdır, aydınlığı sevmezler.
İçinden aydınlanmayan dışını aydınlatamaz.
Karanlık onların kalplerindedir.
Onun için de yıldızlara düşmanlar, güneşe düşmanlar.
Ortalığı aydınlatan herkese, her şeye düşmanlar.
Linç ederler, karartılar, karartmayanı da düşman ilân ederler.
Kim kendi karanlıklarını aydınlatmaya kalkarsa ona en kötü şeyleri revâ görürler.
Çünkü böyle var olurlar. Onları var eden karanlığın kendisidir.
Onların düşmanlıkları bile düello üzerinden değil pusu üzerindendir.
Düelloya çağırırlar ama pusu kurarlar. Fıkıhları hîledir (hîle-i şeriyye).
Hîle olduğunun farkında olarak hîle yaparlar.
“Savaş hîledir.” sözünü mübârek Peygamber’in ağzına koymuşlardır.
Hâlbuki, harp hîle değildir. Savaşın da bir ahlâkı vardır.
Bilgi, güneş gibidir. Bilgi, ışık gibidir.
Bilgisizlik karanlıktır. Cehâlet karanlıktır.
Bunlar cehâletin çocuklarıdır.
Karanlıkta var olurlar. Karanlıkla var olurlar.
Obskürantizmin Linç Kültürü
Çok şükür karanlığı yırtmaya çalışan, aydınlığa çağıran gruplar var.
Aklını kullanıp insanlığı hayra çağıran gruplar var.
Bunların da son dönemde başına gelen bir linç kültürü var ki
aynısının Allah’ın resullerinin başına gelmediğini iddiâ etmek yanlış olur.
Herhâlde tüm peygamberler, tüm nebîler bunlarla karşılaştılar.
Sokrates Neden Linç/Şehîd Edildi?
Daha doğrusu, neden baldıran içmeye mahkûm edildi ve öldürüldü?
Obskürantistlerin aydınlanmaya/bilgiye karşı
açtıkları savaşın bir uzantısıydı, Sokrates’in öldürülmesi.
Sokrates, Atina’nın gençlerini aydınlatıyordu
ve Atina’yı elinde bulunduran Otuzlar Meclisi bunu istemedi.
Niye? Çünkü monarşisi, aristokrasisi yıkılacaktı. Sarsılıyordu da zâten.
Sokrates’i iki şeyle suçladılar:
Gençlerin ahlâkını bozmak ve tanrılara hakâret etmek.
Oysa, Sokrates’in eleştirildiği Atina’da,
ikiyüzlü sahte dîndârlık ve uyutulan gençler vardı.
Sokrates’in amacı, Atina’daki gençleri uyandırmaktı.
Zâten yaşlıları uyandıramıyordu, bilgiye kapalıydılar.
Bilgiyi gençlere veriyordu.
“Ben hakîkatin ne olduğunu biliyorum demiyorum
ama onların hakîkat dediklerinin hakikat olmadığını biliyorum.
Bundan emînim,” diyordu.
Peygamberler Târihi, Obskürantizmle Mücâdele Târihidir
Tüm peygamberlerin hayâtını bir tek cümleyle özetleyecek olsak
“Obskürantizmin bilgiye karşı savaşıdır” diyebiliriz.
Peygamberlerin karşısında; yanlarındaki o yoksul,
ezilmiş, zayıf kitlelerin olmasını kınayan bir toplum vardı.
Diyorlardı ki: “Sen iyisin ama şu yanındakiler döküntü.
Onları kov etrâfından, biz de gelelim.”
Aslında demek istiyorlardı ki: “Sen de bizim gibi ezoterik davran.
Bilgiyi gizle, bilgiyi bir güç olarak kullanmamıza izin ver
ve bu bilgi üzerinden tahakkümümüzü/otoritemizi yürütelim”.
Tüm peygamberlerin mücâdelesinin ana ekseni,
bu bilgi tekelini kırmak olmuştur. Bilgiyi tabana yaymak,
sınıf oluşumunun önüne geçer ve sınıf mücâdelelerine son verir.
Eğer servetin adil bölüşümünü sağlarsanız
“ezen sınıf ve ezilen sınıf çıkmazı”na saplanmaktan korunursunuz.
Servetin âdil dağılımı; adâletin, hukûkun, özgürlüğün varlığıdır.
Özgürlüğü belli bir elit zümreye hasrediyor,
geri kalanları bu zümrenin kölesi olmaya mahkûm ediyorsanız
aslında obskürantizm ile bilgiyi tekelleştirip toplumu sınıflaştırıyorsunuz.
Bunun temelinde “liyâkat ve ehliyet” yatıyor.
Bilgiye beceriyi, tecrübeyi, tekniği, san’atı da katmak lâzım.
Allah Rasulü Bilgiyi Yaydı
Bedir esirleri örneğinde,
Allah Rasûlü’nün mesajı nasıl algıladığını görüyoruz.
Her bir esîri üç-dört bin dirhem para karşılığında
serbest bırakma imkânı olmasına rağmen Allah Rasûlü,
“On kişiye okuma yazma öğretmeyi” serbestlik bedeli olarak şart koştu.
Pekî Allah Resulü,
kimlere okuma yazma öğretileceğine dâir bir liste koydu mu önlerine?
“Şunlar has grup, sâdece bunlara öğretin, okuma yazmayı yaymayın,
belli bir zümrenin içerisinde kalsın,” dedi mi?
Demedi.
Liste verdi mi?
Vermedi.
“Önünüze gelen on kişiye öğreteceksiniz,” dedi.
Alın size obskürantizmle,
karartmacılıkla, bilmesinlercilikle müthiş bir mücâdele.
Kur’ân’ın Karşı Devrimi
Peki Kur’ân’ın obskürantizme,
yâni câhiliyeye karşı bir devrimi oldu mu?
Elbette ki oldu. Kur’ân’ın emriyle
câhiliye ile mücâdele etmenin ilk şartı, okumaktır.
Kendisine inanan herkese “Oku,” diyorsa
bilgiyi seçkin zümrenin elinden, tekelinden çıkartıyor demektir.
Bilgiyi genelleştirir Kur’ân.
Bu, evrenselciliktir.
Herkes okumaya başlayınca rûhbân sınıfının tekelinde olan bilgi,
herkese eşit mesâfede olmaya başladı.
İmkân eşitliği ve fırsat eşitliği doğdu.
İşte Kur’ân, o günkü dünyâda, ezoterizmleri
(bilgiyi güç olarak gizlemek) yıkmak için ilk emir olarak “Oku,” dedi.
İlk emrin “Oku” olmasının sebebi ise “Siz bilmezsiniz, biz biliriz”,
“Siz bilmezsiniz, efendi bilir”, “Siz bilmezsiniz, şeyh bilir”,
“Siz bilmezsiniz, râhip bilir” gibi kalıpları ve bu mantığını yıkmaktı.
Sonraki âyetlerde kaleme dikkat çekiş,
aslında Allah Rasûlü’ne zımnen şu emri vermekti:
“Artık sözlü kültürden yazılı kültüre geçin”.
Sözlü kültürün sorunu neydi?
Bilginin sâhihi sahtesinden, doğrusu eğrisinden,
yalanı gerçeğinden ayrılamaz hâle gelmişti.
İşte Kur’ân, kalemle yazmaya atıf yaparak bunun önüne geçti.
Kur’ân’ın mücâdelesi, gerçek bir obskürantizmle mücâdeledir.
Prof. Dr. Orhan Arslan