9
Yorum
20
Beğeni
5,0
Puan
667
Okunma


İşe gelirken direksiyona tırnaklarımı geçiriyorum. Bırakmayacak gibi değil de, o yöne giden büyük güce direnir gibi. Sanki canı varmış da, yansın diye özenle uzattığım tırnaklarımda gerginliğin artışını hissedene kadar bastırıyorum. ‘İstemiyorum’ diye haykırarak işe yetişmeye çalışan bir yığın insanın yanından geçiyorum. Hakikaten çığlık çığlığa, arabanın içerisinde kafesten kafese geçmeye çalışan hâlimi gördükçe tiksiniyorum kendimden. Bu basiretsizliğimden.
Ofise doğru merdivenleri çıkarken artık şarkı mırıldanmak bile yetersiz kalıyor beni bu gerçeklikten koparmaya. Oysa ne seviyordum sesimin koridorlarda yankılanmasını. Bilinçli bir varoluş çabası vardı burada. Dertleştiğim insanlar şikâyet ettiğimi sanıyor belki de. Oysa boğulmak üzereyken bir can simidi dileniyorum onlardan. Kırılmasınlar diye kaç kez ben incindim, bilmiyorum. Ve en nihayetinde… bugün, ‘Bir böcek olsaydım keşke,’ dedim içimden. Henüz bunu paylaşacağım bir dostum yokken.
Yok hayır, o yazardan esinlenmedim. Kaldı ki sabah bir böcek olarak uyanmadım; bunu delicesine arzularken buldum kendimi. Ayrıca çok severim kendisini — bu da burada dursun. Dursun ki, şu içini dolduramadığım “çok seviyorum”larımı doldurayım bir gün.
Ne diyorduk… Burada, şu iki kütük arasında sıkışmış oturmaktan ve ebedi bir hipnozdaymışım gibi saatlerce amaçsızca uğraşan hâlimden tiksiniyorum da, arabanın koltuğunda birden beliren böcekten tiksinmiyorum. Onun doğadan gelip o aracı bulması ve aşağılardan koltuğun tepesine çıkması, benim hayattaki duruşumdan daha onurlu ve gayretli geliyor gözüme. O ince kabuğu, benim şerefimden serttir. Öyle ki, sevgisizlikten yanlış insanların ilgisine kanmıyordur mesela. Vakarlı duruşuyla çekiniyor insanlar ona dokunmaya. Aram iyi böceklerle, nedendir bilmem. O yüzden uzun uzadıya düşündüm bunu bugün. Onlara özendiğim için mi kıyamıyordum, yoksa böylesine saygı duyduğum için mi?
Ne olurdu, ben de bir böcek olsaydım ofisin bir köşesinde. Kocaman bina benim; gezintiye çıksam günlerce sürerdi. Acaba bir yıl sürer miydi, diye düşündüm burada.
İnce bacaklarım ne mutlu ederdi beni. Bir tane de değil, altı tane… Biri ağrısa, diğerleri çekerdi gövdemi. Şimdi iki kalın bacak bile taşıyamıyor beni.
İnsancıklar öğle saatini beklerken, ben yere düşmüş kırıntılar etrafında nasibimi araya dursaydım mesela. Sanayi mutfaklarında çıkan yemekleri hareketsiz kalmış bedenime zorla sokmaktan daha iyi olacağından adım kadar eminim. Adım demişken — belki de bir burada uyuştuk onunla. Üçe bölünmüşlüğün adını taşıyan böcek gibi hissediyorum ben de son zamanlarda. Kendimi nerede bıraktığımı bilmez bir haldeyim. Uyuşturabildiğim kadar uyuşturuyorum. Çünkü sadece gövdemi değil, kalbimi de üçe yardılar.
En çok da bir hamam böceği olmak isterdim: kimsenin sevmeye yeltenmediği, herkesin kurtulmaya çalıştığı o koca zırhlı böcek. Uğur böceği gibi sevilip sahte ilgiler görmektense, yaklaşmaktan korkacakları ve sevmemenin hakkını verecekleri bir böcek olmayı yeğlerdim.
Zaten bir bakıma da öyleyim. İç dünyasına kimseleri yaklaştırmayan, fark edilmek için dışını süslemeyen…
(belki devamı gelecek)
T.B.B.
17.10.2025/17:30
Tablo/ Çığlık - Edvard Munch
5.0
100% (9)