4
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
300
Okunma
İnsanın en büyük yolculuğu, ruhunun yankısını aramaktır. Her birimiz içimizde taşıdığımız boşluğu dolduracak bir eş, bir tamamlayıcı, bir ayna ararız. Bu arayış bazen bir insanda, bazen bir düşüncede, bazen de ilahi hakikatte son bulur. Fakat ruhunun eşini bulamayan, en kalabalık meydanlarda bile garipliğin gölgesinde dolaşır. Çünkü gariplik, yalnız kalmak değil; insanın ruhuna dokunan sesi bulamamasıdır.
İnsanı garip kılan, çevresinden kopuk olması değildir; tam tersine, herkesin içindeyken bile derin bir sürgün yaşamaktır. Garip olan, gülüşlerin arasındaki sessizliği duyar, alkışların ortasında yankılanmayan boşluğu hisseder. Çünkü o, kendi ruhunun yarısını kaybetmiş gibidir. Yarısı eksik bir insan, her daim kendi içine sığmaz. İşte bu yüzden “ruhunun eşini bulamayan gariptir”; çünkü o insan, ne evinde evindedir, ne de kalabalıkta insandır.
Bu gariplik, varoluşun en kadim özleminden doğar: Bir bütün olma isteği. Platon’un “Şölen” diyaloğunda anlattığı gibi, insan aslında ikiye bölünmüş bir bütündür; her biri kendi diğer yarısını arar. Bulan tamam olur, bulamayan eksikliğinin ateşinde yanar. Ruhunun eşini bulamayan, varoluşun bu eski yarığının acısını taşır; içindeki boşluğu kelimelerle doldurmaya, dostluklarla kapatmaya, işlerle oyalamaya çalışır, fakat boşluk hep oradadır.
Gariplik, bazen bir sevgilinin yokluğunda, bazen bir dostun eksikliğinde, bazen de Tanrı’nın yakınlığını hissedemediğimiz anlarda belirir. Tasavvufta bu gariplik, insanın Hak’tan uzak kalmasıdır. Çünkü ruhun asıl eşi, onu var eden kudretin nefesidir. İnsan kendi ruhunu Allah’ın nefesinden bilmediği sürece, bin sevgili bulsa bile garipliğin gölgesi ondan ayrılmaz. Gerçek eş, ruhu yaratanla buluşmadıkça, her eşleşme yarım kalır.
Modern felsefe ise garipliği başka bir dille anlatır. Camus, insanın dünyada “absürd” bir yalnızlık içinde olduğunu söyler. Yani ruh, kendi eşini ararken dünyanın sessizliğiyle karşılaşır. İnsan sorular sorar, cevap bulamaz; bir çığlık atar, dağlardan yankı gelmez. Bu da garipliğin en acı biçimidir: Ruh, ne bir insanda, ne bir fikirde, ne de kâinatta kendini bulamaz. O zaman gariplik, yalnızca bir hâl değil, bir kader olur.
Ve bütün bunların sonunda şu hakikat ortaya çıkar: Gariplik, ruhunun eşiyle buluşamamanın sancısıdır. İnsan o eşi bulduğunda, kalabalıklar değil, bir tek bakış bile koca bir âlem olur. Bulamadığında ise, dünya genişledikçe daralır, insan kalabalıkların içinde küçülür. Ruhunun eşini bulamayan gariptir, çünkü kendi evinde gurbetçidir, kendi dilinde suskundur, kendi içinde yabancıdır.
“Ey dost! Gariplik dediğin, evin içinde yabancı olmaktır.
Bir gönül, ruhunun eşini bulamazsa, cihanı bulsa ne fayda?
Altın kalburdan inciler dökülse de, gönül boş kalırsa, fakirdir insan.
Ruhun, kendi yoldaşını arar; tıpkı çölün yağmuru, denizin kıyıyı aradığı gibi.
Bulursa vuslat olur, bulamazsa gurbet olur.
İnsan, kendi aynasına bakmadıkça suretini göremez.
İşte o ayna, ruhunun eşidir.
Ey kalabalıkta yalnız duran! Bil ki gariplik, yalnızlığın öteki adıdır.
Dost meclisinde susarsın, gam meclisinde konuşursun; çünkü seni anlayacak kulak, seni dinleyecek yürek bulamazsın.
Kalabalıkta garip, tenhada âlem olur insana.
Ruhunun eşini bulamayan gariptir; çünkü kendi sözünü kendi duyar, kendi gözyaşını kendi siler.
Gariplik, ekmeği tuzsuz yemek gibidir, suyu susuz içmek gibidir.
Ama sabret! Çünkü Hak der ki: ‘Ben gariplerle beraberim.’
Ey evladım! Kalburda un kalmaz, dünya da kimseye baki kalmaz.
Gariplik ağırdır ama hikmetlidir; çünkü garip olan, gerçeğe daha yakındır.
Ne mutlu o gariplere ki, ruhunun eşini Hak’ta bulur.
İşte o vakit, gariplik biter; kalp, kendi evine döner.”
Ser Feyzlizof Delibal Hazretleri namı diğer Celil ÇINKIR
5.0
100% (4)