Paranın öldürdüğü ruh, kılıcın öldürdüğü bedenden fazladır. walter scott
Çağdaş Durmaz
Çağdaş Durmaz

Kaçış

Yorum

Kaçış

( 4 kişi )

6

Yorum

20

Beğeni

5,0

Puan

394

Okunma

Okuduğunuz yazı 28.9.2025 tarihinde günün yazısı olarak seçilmiştir.
Kaçış

Kaçış





Dairenin kapısı gıcırtıyla kapandı. Adam ellerindeki ağır karton kutuyu koridorda bırakarak nefes nefese durdu. Burası, teyzesinin ölümünden sonra ona kalan, şehir merkezindeki eski apartman dairesiydi. Toz, küf ve terk edilmişliğin ağır kokusu ciğerlerine işliyordu. Perdeler kapalıydı, sadece kapı aralığından sızan soluk ışık, havada dans eden toz zerreciklerini aydınlatıyordu. "Temizlenmesi haftalar alır," diye mırıldandı içinden. Ama kutuyu buraya getirmesi gerekiyordu. İçinde, teyzesinin vasiyeti üzerine teslim aldığı tek miras vardı: Devasa, antika bir ayna.

Aynayı yatak odasına taşımak ter içinde bıraktı onu. Bezle kaplıydı ama altın rengi, karmaşık oymalı çerçevesi, bezin altından bile belli olan bir ihtişam yayıyordu. Teyzesi bu aynayı çok severdi. "Özel bir şey bu" derdi hep, gözlerinde anlaşılmaz bir hüzünle. Adam bezi çekip aldı ,gözlerine inanamadı. Ayna, muazzamdı. Tepeden tırnağa yansıtıyordu onu. Ama yansıma tuhaftı. Kendisi duruyordu orada, solgun yüzü, dağınık saçlarıyla. Ama arka plandaki oda, kendi şu an içinde bulunduğu yatak odası değildi. Daha loş, daha eski mobilyalarla dolu, tanıdık ama bir o kadar da yabancı bir odaydı. Teyzesinin eski evindeki odaya benziyordu. "Buraya taşınalı kaç yıl oldu, nasıl..." diye düşünürken, yansımadaki arka plan kaydı. Bir an için, perdenin arkasında koyu bir gölge belirdi ve kayboldu. Adam irkilerek arkasına baktı. Boştu... Kalbi hızla çarpmaya başladı. "Hayal gördüm," diye fısıldadı kendine. "Yorgunluktan olmalı"

O gece, ilk kez orada uyudu. Ayna, karşısındaki duvarda, karanlıkta bir leke gibi duruyordu. Gece yarısına doğru, bir ses uyandırdı onu. Tık... tık... tık... Keskin, düzenli, tahtaya vuruluyormuş gibi. Ses, aynanın olduğu odadan geliyordu. Yatağından doğruldu, kulak kabarttı. Ses durdu, sadece kendi kalp atışlarını duyuyordu . Zorla nefes alarak ayağa kalktı. El yordamıyla kapıyı açtı, koridorun ışığını yaktı. Yatak odasının kapısı aralıktı. İçeri baktı. Ayna, yerindeydi. Hiçbir şey yoktu. "Rüyaydı," diye geçirdi içinden, ama içini kemiren bir güvensizlikle geri döndü yatağına. Uyuyamadı sabaha kadar, gözlerini o karanlık kapı aralığından ayıramadı.

Ertesi gün, temizliğe başladı. Ayna hâlâ oradaydı, görkemli ve ürkütücü. Ona bakmaktan kaçınıyordu. Öğleden sonra, mutfak penceresini temizlerken, ani bir ürperti sırtından aşağı aktı. Birinin ona baktığını hissetmişti. Yavaşça döndü, koridor boştu. Gözlerini aynanın olduğu odaya çevirdi. Kapı kapalıydı. Yine de, o kapının ardında, bir şeyin kendisini izlediğine dair içgüdüsel bir korku sardı onu.

Akşam olduğunda, gerginlik dayanılmaz hale geldi. Bir kadeh şarap alıp, aynanın karşısındaki sandalyeye oturdu. Belki, ona bakmaya cesaret ederse, bu saçma korkuları geçecekti. Şarabı yudumlarken, gözlerini aynadaki yansımasına dikti. Kendi yansımasıydı ama yine de tam değil. Yüzündeki ifade biraz donuktu. Gözlerinin içi boş görünüyordu. Dikkatle baktı. Yansımadaki adam gülümsüyordu. Dudaklarının kenarları hafifçe kıvrıldı. Gerçekte adamın yüzünde ise hiçbir hareket yoktu. Dondu kaldı. Şarap kadehi elinden kaydı, halıya düşüp kırmızı bir leke bıraktı. Gözlerini aynadan ayıramıyordu. Yansımanın gülümsemesi genişledi. Artık alaycı ve kötü bir ifadedeydi. Adam çığlık atmak istedi ama sesi çıkmadı. Boğazı düğümlenmişti. Geri çekilmeye çalıştı, sandalye devrildi. Yere düştü. Gözlerini kapattı, karanlıkta nefes nefese kaldı.

O andan sonra aynaya bakmamaya yemin etti. Üzerini bir çarşafla örttü. Ama bu, hiçbir şeyi engellemedi. Sesler başladı, fısıltılar... Anlaşılmaz, tıslayan sözler. Bazen ağlama sesleri. Hepsi aynanın olduğu odadan geliyor gibiydi, ama kapıyı açtığında sessizlik çöküyordu. Evin içinde soğuk noktalar belirdi. Özellikle aynanın yanından geçerken, aniden dondurucu bir üşüme sarıyordu onu. En kötüsü de, kendi bedeninde hissettikleriydi. Bazen, kolunu ya da bacağını kontrol edemiyormuş gibi oluyordu. Ani, istemsiz seğirmeler. Bir sabah uyandığında, sağ elinin bileğinde derin, mor bir çürük vardı. Nasıl olduğunu hatırlamıyordu. Sanki biri, uyurken onu sıkmış gibiydi.

Bir gece, tuvalete gitmek için yataktan kalktı. Koridorda ilerlerken, sol kolunda ani bir ağırlık hissetti. Sanki biri, kolundan tutup geri çekiyordu. Döndü baktı. Kimse yoktu. Ama kolundaki baskı gerçekti. Panikle ileri atıldı. O sırada, aynanın olduğu odanın kapısı kendiliğinden hafifçe aralandı. İçerisi zifiri karanlıktı. Ama adam, o karanlığın içinde, iki soluk, sarı nokta gördü. Gözler! Bir çift göz, karanlıkta ona bakıyordu! Çığlığı boğazında düğümlendi. Tuvalete koşup kapıyı kilitledi. Orada, titreyerek, sabahın ilk ışıklarına kadar saklandı.

Artık kaçış yoktu. Ayna onu ele geçiriyordu. Gerçeklik bulanıklaşıyordu. Rüyalarında hep aynı sahneyi görüyordu: Teyzesi , o eski evde aynanın karşısında oturuyordu. Ağlıyor sonra, birden, aynadaki yansıması teyzesine doğru uzanıyordu. Camdan bir el çıkıyordu! Teyzesi, çığlık atarak geri çekiliyor, ama cam el, onun bileğini kavrıyor ve sertçe çekiyordu! Teyzesinin korku dolu gözlerine bakarken uyanıyordu. Her seferinde, uyandığında sağ bileğinde yeni bir morluk buluyordu.

Son bir çare olarak, bir medyum buldu. Yaşlı kadın, daireye girer girmez irkildi. "Burada... çok eski, çok güçlü bir şey var," dedi, sesi titreyerek. "Aynaya bağlı." Aynanın örtüsünü açtığında, rengi soldu. "Ah... Bu ayna... kırık. Sadece çerçevesi değil, içindeki... şey de kırık." Adamın anlattığı rüyaları dinledikten sonra, kadının yüzü kül gibi oldu. "Bu bir lanet değil, Bu bir kırılma. Teyzen... aynaya çekildi. Onun bir parçası... içerde. Ama tamamen değil. Diğer parça... dışarıda kaldı. Ve o parça, şimdi seni istiyor. Boşluğunu doldurmak için."
Adam yapayalnız kalmıştı. Medyumun sözleri kulaklarında çınlıyordu: "Onu kır!" Evdeki en ağır şeyi, eski bir pirinç şamdanı alarak yatak odasına girdi. Ayna, hâlâ orada, karanlık bir göz gibi ona bakıyordu. Üzerine doğru yürüdü. Adımları ağır, nefesi kesik kesikti. Korkudan titriyordu, ama daha fazla dayanamayacağını biliyordu. Şamdanı kaldırdı. Aynadaki yansıması, bu sefer korku içinde ona bakıyordu. Yansıma adamın yüzündeki kararlılığı yansıtmıyordu. İçerideki parça korkuyordu!

"Beni rahat bırak!" diye bağırdı adam ve tüm gücüyle şamdanı aynanın merkezine savurdu.

Binlerce cam parçası etrafa saçıldı. Çerçeve paramparça oldu. Adam gözlerini kapatıp geri sıçradı. Cam parçaları halıya, duvarlara saplanmıştı. Sessizlik... Derin, boğucu bir sessizlik çöktü odaya. Soğuk hava çekilmiş gibiydi. Adam yere çöktü. Ağlamaya başladı. Bitmişti, kurtulmuştu. Gözyaşları rahatlama ve bitkinlikle süzülüyordu yanaklarından.

Sonra... hissetti...

Sağ kolunda ani bir sıcaklık. Bileğine bakınca, taze, kırmızı bir kesik gördü. Bir cam parçası saplanmış olmalıydı. Ama acımıyordu. Sadece ıslaklık hissediyordu. Kesikten kan akmıyordu. Siyah, katran gibi bir sıvı sızıyordu yavaşça. Gözlerini kocaman açtı. Bu neydi?

Kırık aynanın parçalarına baktı. Her bir cam parçasında, kendi yansıması vardı. Ama hepsi farklıydı. Bazılarında ağlıyor, bazılarında çığlık atıyor, bazılarında ise o alaycı gülümsemeyle bakıyordu ona. En büyük parçaya, hâlâ duvara asılı duran çerçevenin içindeki sivri cam parçasına baktı. Orada, çarpık bir şekilde, sadece bir gözü ve ağzının bir köşesi görünüyordu. Göz tanıdıktı. Teyzesinin gençliğindeki fotoğraflardaki gözlerine benziyordu. Ama ifade nefretle doluydu. Ve o ağız köşesi yavaşça yukarı doğru kıvrıldı. Gülüyordu...

Adam bileğinden sızan siyah sıvıya baktı. O sıvı, halıya damladığı yerde buharlaşıyor ve ince, dumanlı bir gölge gibi yükseliyordu. Gölge, şekil değiştirerek, odanın ortasında, insansı bir siluet oluşturmaya başladı. Siluet gittikçe belirginleşiyor, koyulaşıyordu. Adam donmuş gibi izliyordu. Felç olmuştu sanki.

Siluet tamamen şekillendiğinde, korkunç bir gerçek çaktı zihninde. Medyum haklıydı: Teyzesinin bir parçası aynada sıkışmıştı. Ama ya diğer parça? Dışarıda kalan? Kendisine bakan bu karanlık varlık... Teyzesinin öfke, korku ve çaresizlikle dolu diğer yarısı değildi.

Bu, aynaya çekilirken bıraktığı boşluğa sızan... başka bir şeydi.

Karanlık varlık adama doğru bir adım attı. Soğukluk ve ölüm kokusu getirdi. Adam sadece izliyordu. Varlık, kırık aynanın en büyük parçasına baktı. Orada teyzesinin nefret dolu gözü ve gülümsemesi hâlâ duruyordu.
Aynanın tüm parçaları tekrar birleşti ve adam varlıkla beraber aynaya çekildi. Aynanın içi duvarlardan ve hapishane hücrelerinden oluşuyordu. Hücrelerde sadece aynalar vardı ve her hücreye baktığında adam hücrenin içinde kendini görüyordu. Her hücrenin başında bekleyen gardiyanlarda vardı.

Duvarlar soğuktu. Paslı çelikten yapılmış gibiydiler, dokunsa eline yapışacakmış hissi veren nemli bir soğukluk yayıyorlardı. Tek ışık, tavandaki tek bir ampulden sızan cılız, sarı bir lekeydi. Yerler beton, ıslak ve kaygandı. Burası onun zihninin karanlık mahzeniydi. Hapishaneydi. Ve mahkûmu, kendisiydi. Burası onun kalesi, mahkumiyeti ve celladıydı: Kafatasının içine inşa ettiği sonsuz hapishane. Her adımın çıkardığı yankı, çıplak ayaklarının betona değil, kendi düşüncelerinin soğuk, nemli zeminine bastığını hatırlatıyordu.

Adını unutmuştu. Diğer mahkumlar hepsi kendi yansımalarının çarpıtılmış gölgeleriydi ve ona "Kırık Ayna" diye sesleniyorlardı. Yüzü, çatlak camlar gibi paramparça olmuş bir anının yansımasıydı çünkü. Her hücre, bir suçun anısıyla doluydu. Birinde, ellerinde asla yıkanamayan hayali bir kan vardı. Duvarlara "Neden sustum?" diye kazınmıştı kızıl harflerle. Diğerinde, terk edilmiş bir çocuğun gözlerinin boşluğu vardı, zeminde bir kuyu gibi açılıyor, içine çekmek istiyordu. En karanlık köşedeki hücrede ise sessizlik... Öyle mutlak, öyle boğucu bir sessizlik ki, içinde kaybolduğu günün çığlığını bile hatırlayamıyordu. O hücrenin kapısına asla dokunamazdı. Titrerdi sadece.


Kaçış planları, hapishanenin rutin kabusuydu. Diğer mahkumlar , yani kendi benliğinin parçalanmış yüzleri fısıldaşırlardı koridorlarda. "Tünel," diyordu biri, tırnaklarıyla nemli duvarı kazıyarak. "Düşünceleri kemirerek kazarız, dışarı çıkarız!" Bir diğeri, gardiyanların ,yani korkularının somutlaşmış hallerinin nöbet değişim saatlerini sayıklardı: "Korkular uykuya dalınca, sol koridordan koş!" Hepsi boştu. Çünkü gardiyanlar asla uyumuyordu. Gözleri, zifiri karanlıkta bile parıldayan endişelerdi. Ve tüneller hep içe, daha derin bir çıkmaza çıkardı.

Sonra, Ses geldi. Parmaklıkların ötesindeki karanlıktan, bir damla suyun düştüğü kuyunun dibinden, hatta o boğucu sessizlik hücresinin aralığından... "Dinliyorum," diye fısıldadı. Berrak, sakin, bu kirli zindanın zerresini taşımayan bir tınıydı bu. "Sen değilsin suçlu. Suçluluk duygusunun kendisi senin gerçek hapishanen." Ses, ona hücrelerin kilitlerini değil, kilitlenme nedenlerini sorgulatıyordu. "O kan ellerde mi, yoksa seni susturan korkuda mı?" diye sorardı. "O çocuğun gözlerindeki boşluk, senin terk ettiğin değil, seni terk edenin bıraktığı çöl mü?" Ses, bir pusulaydı; akıl sağlığının kaybolmuşluğunu gösteren.


Bir gece, zamanın anlamsız olduğu yerde, belki de bir seansın ortasında büyük bir kaçış planı kurdular. Diğer mahkumlar çılgınca hareketlenmişti: "Gardiyanlar kör! Hücreler zayıf! Sessizlik hücresinin anahtarı orada, zeminde!" Adam, o korkunç hücrenin önünde titredi. Kapı, diğerlerinin fısıltılarıyla hafifçe aralanmış gibiydi. İçerisi hâlâ dipsiz bir karanlıktı. "Gitme," diye uyardı ses, ama sesi diğer mahkumların coşkulu çığlıkları arasında kayboldu: "ÖZGÜRLÜK!

Adam adımını attı. Sessizlik hücresinin eşiğini geçer geçmez, kapı gıcırtıyla değil, bir çığlığın son nefesi gibi bir iniltiyle kapandı arkadan. Karanlık, bir canavar gibi üzerine atladı. Zeminde sözde anahtar diye gördüğü şey, annesinin kayıp bileziğinin parçasıydı terk ettiği gün düşürdüğü. Sessizlik aniden kırıldı. Kulakları patlarcasına bir gürültüyle doldu: Bir kaza anının metal çığlıkları, bir çocuğun ağlaması, kendi gençlik kahkahasının ihanet dolu yankısı... Hepsi bir ağızdan bağırıyordu: "SUÇLU!". Yere çöktü. Kaburgalarına basan bir ağırlık vardı sanki tüm o suçlulukların somut ağırlığıydı. Diğer mahkumların çığlıkları koridorda uzaklaşıyor, alaycı kahkahalara dönüşüyordu.

"Görüyor musun?" Ses, bu sefer yakındaydı, neredeyse omzunun üzerinden konuşuyor gibiydi. "Kaçmak değil, yüzleşmek zorundasın. Bu hücreler, senin inşa ettiğin anıtlar. Gardiyanlar, senin beslediğin korkuların. Diğer mahkûmlarsa suçluluk duyguların." Sesin tonunda acıma değil, katıksız bir gerçeklik vardı. "Anahtar dışarıda değildi içerideydi. Suçun değil, affın anahtarıydı."

Adam duvarlara yaslandı. Zihninin enkazı içinde debelenirken, Sesin rehberliği bir can simidi gibiydi. Yavaşça, en yakındaki hücreye , ellerindeki kanın hücresine yaklaştı. Gardiyanın gözleri (bir zamanların dehşet verici bakışı) artık ona bakmıyor, başka yöne çevrilmiş gibiydi. "Neden sustum?" yazısına dokundu parmağıyla. Taş duvar, beklenmedik şekilde ılık ve yumuşaktı. Tıpkı o gün sustuğu kişinin eli gibi... Hatıra, suçtan daha güçlüydü. Ses fısıldadı: "Sustun, çünkü korktun. Korku, suç değildir. İnsanlıktır." Duvardaki kızıl harfler solmaya, yerini soluk bir gölgeye bırakmaya başladı.

Bir başka hücreye, terk edilmiş çocuğun kuyusuna yöneldi. Kuyunun kenarına eğildi. Derinlikteki boş gözler ona bakıyordu. Ses, sabırla konuştu: "O çocuk sensin. Seni terk edenlerin bıraktığı boşluk, senin suçun değil, onların mirası." İçine bir şey düştü adamın , bir damla gözyaşı. Kuyunun dibindeki suret, gözyaşını yakaladı ve gülümsedi. Boşluk, acıyla dolu bir anıya dönüşürken, kuyu yavaşça kapandı.

Sonra, en zoru geldi: Sessizlik Hücresi. Kapı hâlâ kapalıydı. Ama artık korkmuyordu. Elini parmaklıklara dayadı. "Açıl," diye fısıldadı. Kendi sesiydi bu. Sessizliği kıran ilk söz. Parmaklıklar titredi, çözülmeye başladı. İçerideki karanlık, gri bir alaca karanlığa dönüştü. Bir sandalyede, küçük bir çocuk oturuyordu ,kendisiydi... Gözlerinde suç değil, derin bir keder vardı. Adam yavaşça içeri girdi. Çocuk, ona bir şey uzattı: Kırık bir ayna parçası. Parçada, geçmişin acısı değil, bugünün yorgun ama savaşmış yüzü yansıyordu. Çocuk eridi, yerine sadece o ayna parçası kaldı. Sessizlik artık boş değil, huzur doluydu.

Hapishane sallandı. Duvarlar çatırdadı, parmaklıklar toza dönüştü. Gardiyanların gözleri söndü, diğer mahkumların gölgeleri bir rüzgarla dağıldı. Adam, kırık ayna parçasını sıkıca tutarak, düşen enkazın arasından doğru bir ışık huzmesine doğru yürüdü. Zihninin hapishanesi çöküyordu. Işık yaklaştıkça parladı, kör edici bir beyazlığa dönüştü.

Gözlerini açtı.

Beyaz bir odaydı burası. Parmaklıklar yoktu. Yumuşak bir koltuğa yarı oturur vaziyetteydi. Avuçlarında ter vardı. Karşısında, sakin gözlerle onu izleyen, not alan bir kadın oturuyordu. Kadının elinde, tanıdık bir sesin kaynağı olan bir ses kayıt cihazı vardı. Masanın üzerinde, "Dr. Yağmur Zorlu - Klinik Psikolog" yazan bir plaket parlıyordu.
Adamın nefesi hala düzensizdi, kadının gözlerine baktı. Tüm gizem, tüm labirent, tüm kaçış planları... O berrak, kurtarıcı Ses... Hepsi bu gerçekliğin içinde eriyordu. Kadın, kaydı durdurdu ve hafifçe gülümsedi. "Bugün çok uzaklara gittik, değil mi?"

Adam, boğazındaki düğümü zorlukla yutarak, hayatının en büyük sorusunu fısıldadı:

"Doktor ben senin hastan mıyım ?"

Çağdaş DURMAZ



Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (4)

5.0

100% (4)

Kaçış Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Kaçış yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Kaçış yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
ŞuLeCannn
ŞuLeCannn, @sulecannn
29.9.2025 21:57:04
Zihinimizde her gün böyle bir simülasyonla uyanıyor imparatorluklar kurup yıkıyoruz bazen. Biraz korku filmi havası biraz da dolambaçlı, gizemli bir klinik vakası gibiydi. İlgiyle okudum. Günün yazısını ve yazarımızı tebrik ediyorum. 🌾✍🏻
Etkili Yorum
ayşe1
ayşe1, @ayse1
29.9.2025 19:21:07
5 puan verdi
Heyecan dolu, sürükleyici, zengin ifade güçlü bir psikiyatrik illüzyonun aktarımı harikaydı.
Kutlarım.
Saygılarımla.
İbrahim Kurt
İbrahim Kurt, @ibrahimkurt
29.9.2025 14:56:32
5 puan verdi
hocam çok uzun ancak sürükleyici bir çalışma kutluyorum
Etkili Yorum
Nil Gün
Nil Gün, @coldeki-kelebek
29.9.2025 00:40:46
yazıyı okurken sol yanımda boy ve sağ yanımda tuvalet masa aynası vardı..istemsizce baktım..
ve de yalnızım..

off, ürkünçtü be..

çok çok çok başarılı

kutlarım

Etkili Yorum
Müjgan Akyüz
Müjgan Akyüz, @mujganakyuz
29.9.2025 00:39:25
5 puan verdi
Vay canına, hem biraz irkildim, hem de heyecanla okudum.
Sonuç sürprizdi.
Çok başarılıydı, candan kutlarım
selam ile
gölgesiz
gölgesiz, @golgesiz
29.9.2025 00:07:09
Yeminle aynayı hiç sevmem daha da bir tırstım🙈😂😂😂kaleminiz kavi duygunuz dım ola hocam🤫😬😂😂😂
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL