4
Yorum
15
Beğeni
5,0
Puan
254
Okunma

Ben ihmal ettim, sen sabrettin. İşten eve yorgun fakat arzuyla her gelişini çatık kaşlarımla, hoşnutsuz tavırlarımla sabote ettim. Arzuyla çaldığın kapıyı bile geç açtım. Gülerek uzattığın çiçek demetlerini görmezlikten geldim. Oysa onlar benim içindi, tebessümünün güzelliklerine sinmiş nadide kokular nedense beni mutlu etmedi.
Eve aldığın yiyeceklerin en iyisini getirirdin. Ben se “misafir mi gelecek” diye hep kendimi önemsiz görürdüm. Oysa o değerli misafir hep bendim.
Çünkü tebessümle “senden iyi misafir mi olur” diyerek sıcacık mesajlarınla yüreğimde beyaz güvercinler uçururdun. Meğerse gerçek sevgiyi taşırmış onlar. Bu mesajları bir türlü anlamadım. Kalbime giden yolun kapısını hep sana kilitli tuttum.
Misafir sözcüğünün değerini bilip gururlanmak yerine, kendi evimde kendimi emanetçi gibi gördüm hep. Yuvamızın en muti koruyucusu, eşimin en sadık dostu, evimin sultanı olduğum gerçeğini bir türlü hatırlayamadım.
Hangi birini saysam ki… Hangi kusurumu anlatmalıyım, kırdığım kristal yürekleri tamir edememenin kederi içinde.
Bütün bunları yuvamız tarumar olduğunda, ortada bir şey kalmadığında, sam yelleri estiğinde anladım. Fakat iş işten geçti. Saçımı yolmanın, sızlanmanın yararı yok artık.
Meğer öncelikle önemli olan aileymiş, aile sadediymiş. Eldeki değerin kıymetini bilmek, korumak, kollamak, sevmek, sevdiğini hissettirmek, küçük sevinçleri mutluluğa dönüştürmekmiş esas olan.
Sahip olmayı arzuladığım pahalı eşyaların, takıların ve şaşaalı hayatın hayali ile huzurumu kaçırarak, sahip olduğum değerleri göremedim. Olmasını istediklerimin peşinden koşarken, yanımda olan, olması gereken en büyük hazinemi kaybetmenin perişanlığını yaşamaktayım.
En muhtaç olduğum, dalım, varlığım, dayanağım, evimin neşesi, gönlümün dört köşesi artık yok. Hayatın anlamsızlığını, yalnızlığın hicranını, eksikliğinin nasıl can yaktığını şimdi daha iyi anlıyorum. Başım yeni taşlara değdi, fakat pişmanlığımın bedeli kocaman bir hiçten ibaret.
Gülsüz bir diken, susuz bir kaktüs gibi şimdi hayat denen çölde yapayalnızım. Yaşamak zevksiz, duygular tatsız, günler anlamsız. Ve ömrüm sensiz…
Bazen yorgun gözlerinde nemler görürdüm, sorduğumda “hiç” derdin. Bu hiçler hep işime geldi. Olayları abartarak kışkırtmalara malzeme yaptım hep… Gerçek nedenini sormadan anlamadan, ya da anlamak istemeden…
Çünkü huzuru dışarıda, saadeti zengin fakat samimiyetsiz, bencil, sevgiden uzak insanların şaşaalı hayatlarında aradım hep.
Çünkü seninle sohbet edecek zamanım yoktu. Lüzumsuzca, başkalarına cömertçe ayırdığım, fakat sana bulamadığım zamanım.
Oysa önemli olanı unutmuştum hep. Duygularının da bir ihtiyacının olabileceği aklımın köşesinden bile geçmedi. Bu yüzden bir kerecik olsun seni dinlemek, acını, hüzünlerini, sorunlarını paylaşmak, dayanak olmak hiç aklıma gelmedi. Hüzünlerinin bilinçaltındaki nedenlerini merak etmedim. Çünkü önemli olan bendim sadece. Anlayışsız ve sunulan nimetlerden bir türlü tatmin olmayan ben…
Istıraplarına ortak olmayı beceremedim. Sevinçlerine de. Oysa bana en sadık dost, en sevgili, en ala yar sendin.
Gün gün bedenini ve ruhunu santim santim kemiren iş stresinin verdiği gerginliği, bir gün olsun evine taşımadın.
Ben de bunu senin mutluluğuna, gününü gün ettiğine yorumlayarak nerdeyse hayatını kıskandım… Şaşaalı arkadaşlarıma, eğlence grubuma, hatta evdeki hizmetçime gösterdiğim hoş görüyü ve güler yüzü sana çok gördüm.
Tebessümle açtığın gül bahçesinden farksız evimizin kapısında hep kaşları çatık karşıladım. Sen sanki batan diken, ben se solmaya yüz tutmuş bir gonca, acı çeken biçareydim.
Bir nebze sana gülebilsem, azıcık sabretsem, hatırını sorabilsem, kim bilir gönlümüzde ne denli nadide çiçekler açacak, saçtığı kokularla hayatımızın bahçesi gülistana dönecekti.
Şimdi vakit çok geç. Ve sen beyazlar içinde son yolculuğuna çıkmak üzeresin. Ağlamaya takatim yok, üzülmeye mecalim.
Alamadığım üç kuruşluk sevgi çiçeklerinin yerine, şimdi pahalı hüzün çiçeklerini toprağına sermenin, beni affetmene yetip yetmeyeceğini bilemiyorum. Bildiğim tek şey, her şeye geç kaldığımdır.
………..
Evliliğimizin üzerinden yıllar geçti. Bu akşam geçen yılları yaşadım yeniden, bir anda hüzünlendim.
Nasıl oldu bilemiyorum, bir an eşimin öldüğünü düşündüm. “Ya ölseydi acaba neler olurdu” diye ürpererek düşünmeye başladım. Ömrümü yaşantımızı yeniden gözden geçirdim.
Beraber geçirdiğimiz yılları tahlil ettim. Yaptığım hataları, gösterdiğim ihmalleri, kaçırdığım fırsatları, kıymetini bilemediğim imkanları, yapabileceğim güzel şeyleri düşündüm.
Bu duygu sanki aklımı başıma getirdi. Bir anda kaybedebileceklerimin ne kadar değerli olduğunu anladım. Ürperdim, titredim, korku ile gözlerim buğulandı… Ölümün gerçekliği yüzüme şamar gibi inmişti.
Böyle bir değerlendirmeden sonra, hayatımı yeniden gözden geçirmem gerektiğine karar verdim. Sahip olduklarımın kıymetini gördüm, yeterince değerini bilemediğimi de. Çok şükür ki sevgili eşim hayatta. O’ na karşı davranışlarım mutlaka değişecek müspet anlamda. Ve şaşıracağını da biliyorum. Henüz vakit geçmiş sayılmaz.
Anlattıklarım bir aile hayatında yaşanabilen, fakat arzu edilmeyen olayların mizanseniydi. Nelerin olabileceğini geniş bir perspektif çizerek ifade etmeye çalıştım.
Gerçek sevgi, her şeye rağmen, sevdiğine sınırsız, beklentisiz ve koşulsuz değer vermek ve üzmemektir galiba.
Soluduğumuz her nefes çok değerli… Ve…her saniye kaybolan bir zaman dilimi… Mutluluk ellerimizde.
Öyleyse haydi …
Hiç vakit kaybetmeyelim…
Yarın çok geç olabilir…
Sevgiyle kalın…
SON
Seyfettin Karaamızrak
5.0
100% (9)