5
Yorum
13
Beğeni
5,0
Puan
217
Okunma

Artık hayatta değilsin. Güneşin ıslanmaktan imtina ederek gizlendiği, hüzünle çiseleyen yağmurlu bir günde ebediyen kaybettim seni. Gözyaşlarım gitmene engel olamadı. Ben se ilk kez, kendimden başkasına ağlıyorum. Bu kez gerçekten samimi ve kalbim acıyarak…Fakat bitkin, dağılmış bir enkazım artık…
Her sabah “güle güle” bile demeden uğurladığım seni, şimdi yüreğime akıttığım ılık yaşlarla ebediyen terk etmek üzereyim. Meğer tebessümü ve hüznü de gerektiği yerde, zamanında, kıvamında, hak ettiği kadar göstermek bir erdemmiş ve çok değerliymiş.
İnsan olmanın, iyilik görmenin, koşulsuz sevilmenin kıymetini bilmeyenler, bunu bir gün acıyla anlamak, bedelini gözyaşlarıyla ödemek zorunda kalıyorlar işte.
Seni tanımadan önce, yalnız ve biçareydim. Hoyrat dikenler arasına gizlenmiş, utangaç narin bir goncaydım. Açmasını bilmeyen, harların can yakan tehdidi altında kokmayı bile beceremeyen toy, küçücük bir güldüm.
Bahçıvanım oldun, dünyama girdin, ruhumun tülü, bedenimin takati, soluduğum nefesim hayatımın anlamı oldun. Kaba dallarımı ihtimamla budayarak, dikenlerimi ayıklayarak nadide, nazik, misk kokan endamlı bir goncaya döndürdün.
Ruhuma lambalar yaktın.
Adam gibi, karşılıksız, sınırsız ve beklentisiz sevdin. Bana gerçek sevginin, vefanın, anlayışın değer vermenin, önemsemenin ne olduğunu yaşayarak gösterdin. Yaşamanın anlamını, içine mutluluk katıldığında ne kadar değerli olduğunu hissettirdin.
Fakat ben öğrenmekte, anlamakta ve itiraf etmekte direttim, inat ettim, nazlandım, gerçeği göremedim, kıymetini bilemedim, Ayaklarımın altına serdiğin mutluluk yolunda yürüyemedim.
Sunduğun bu eşsiz güzellikleri, imkânları, sevgi denen duygunun gerçek hazzını görmezden geldim. Huzura dönüştüremedim. Ya da sıradan bir şey sandım, ta ki elimden kayıp gidene kadar.
Bütün bunları, başım taşa çarptığında idrak edebildim. Rüya olmayan acı bir gerçeğin sarsıntısıyla gaflet uykusundan uyandım. Fakat artık çok geç. Gerçeği itiraf etmenin de önemi yok. Duyamadığın, arzu ettiğin halde göremediğin, “gerçeğin ta kendisi olan bu söylemleri” kara vicdanımı rahatlatmak ve taşlaşmış kalbimi yumuşatmak için satırlara döküyorum.
Oysa seni ve de ikimizi, mutluluklara gark edeceğinden emin olduğum bu önemsiz lafları, keşke sağlığında bir kez olsun sana söyleyebilseydim. Yanlışın “ben” olduğumu itiraf edebilseydim, şu an bu kadar içim yanmazdı belki de. Gözyaşlarım vicdan azabı yerine, sevgi ve vefa kokardı bir nebze.
Meğer nelere, ne bitmez tükenmez hazinelere sahipmişim de haberim yokmuş, kıymetini bilememişim. Şimdi yoksun. Yüreğimde, hasretinin sümbülleri hüzünle boynunu bükmüş. İçerim kırık dökük ve onaracak o cefalı insan artık yanımda değil.
Güvenle, gururla sığındığım bağrını, şimdi kara topraklar sarmış Sevgiyle tutamadığım şefkatli ellerin, hoyrat bir gül dalı gibi kırık, solgun ve küskün.
Beyaz bir gülün narin terennümü gibi kollarında mest olduğum gelinliğimin tertemiz beyazlığı, şimdi seni sarmalamış. Mutluluk kokan o beyazlık şimdi hüzün dağıtmakta. Beni sana getiren bu renk, şimdi seni benden götürmekte.
Ben karalar, sen beyazlar içindesin. Oysa giydiklerin bu son yolculuğun yakasız gömleği.
Gerçeğin ta kendisi olan bu duygularımı hiçbir zaman seninle paylaşmaya fırsatım olmadı, ya da istemedim. Çünkü benim gözüm daha yükseklerde, gönlüm uçuk hayallerim havai ve gereksiz işlerle meşguldü.
Kuaförüm, günlerim, gruplarım, kendini beğenmiş kıskanç, bencil arkadaşlarım, toplantılarım ve bitip tükenmeyen anlamsız partilerim daha önemliydi.
Kendimde olanların değerini bilmeden, hep başkalarında olanlara, imkânsızlara imrendim. Sonunda da tozpembe hayallerim, ömrümü toz duman etti.
Sense zaten kocamdın ve benimdin. Özenle giyinip, gülümseyerek kapıyı açmaya, güzel sözler söyleyerek karşılamaya, evde doğum günü ya da evlilik yıldönümümüz için küçük fakat şaşırtan sürprizler yapmaya, ilginç ve duygulu, mum ışığında sofralar hazırlayarak hayatımıza anlam katmaya ne gerek vardı.
Bu tür sürprizleri yapmak için, şaşaalı eşyalar, takımlar, kristaller gerekirdi. Bunlar tamamlandığında yapacaktım. Fakat beklediğim o gün hiç gelmedi.
Daha mütevazı ortamlarda güzellikleri paylaşmanın mümkün olamayacağına inanmıştım. Bu yüzden mutluluğu hep pahalı eşyalarda, lükste ve şaşaada arayarak sürekli erteledim.
Ya da, “böyle törenler, sürprizler, programlar dışarıda olurdu ve beyler bu sürprizi yapardı” diye düşündüm hep.
Yapılanları da görmezden geldim, beğenmedim, hafife aldım, anlamsız buldum, ya da kaprislerim, şımarıklığım yüzünden sabote ettim.
Umduğum, imrendiğim, suni, yapmacık, sahtelik kokan samimiyetsiz şölenlerin kibrini tatmayı istedim hep. “Bir gün nasıl olsa görürüm” diye düşünüyordum. Fakat o bir gün hiç olmadı. Oysa samimi, içtenlikle yaşanan küçük şeylerde gerçek sevginin tadı ve huzur gizliymiş, bunu göremedim.
Sevgiyle kalın
(devam edecek)
Seyfettin Karamızrak
5.0
100% (6)