0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
121
Okunma
İnsan, en çok kendi içinden taşar. Biriken suskunluklar, bastırılan hayaller, saklanan öfkeler… sonunda en küçük kıvılcımla alev alır. O an ne sözler yetiyor kalbi durdurmaya, ne de zaman yaraları onarmaya.
Dünya artık çok dar. Sokaklarda adımlar birbirine çarpıyor, nefesler birbirine karışıyor, ama ruhlar birbirinden gittikçe uzaklaşıyor. Herkesin içinde görünmez bir sabır terazisi var; fakat o terazi, en ufak ağırlıkta kırılıyor. İnsanlar birbirini anlamaktan çok, birbirini susturmayı istiyor.
Oysa hayat, ağır yükleri paylaşmayı öğretmişti insana. Beklemek, dinlemek, dayanmak… Bir ekmeği bölüşmek kadar insanca, bir yaranın kabuğunu beklemek kadar tabii. Şimdi ise herkes acele içinde, herkes telaşlı, herkesin omuzlarında görünmeyen bir ağırlık var.
Büyük sessizlikler, en derin çığlıkları doğurur. Ve insanın dayanma sınırı, yıkılışının da başlangıcıdır. Bugün, göz göze gelmek bile bazen keskin bir bıçak gibi can yakıyor. Çünkü kalpler artık taşımıyor, eller artık tutmuyor, diller artık susmayı bilmiyor.
Belki de çağın en büyük imtihanı, öfke değil. Onu herkes taşıyor. Asıl imtihan, sabırla büyüyen o görünmez sancıyı içine alıp kaybolmadan yürüyebilmekte.
Ve belki de, asıl kırılma noktası, işte tam burada başlıyor…