İntikam alıp da sonunda pişman olmaktansa, affedip de pişman olmak daha iyidir. cafer b. muhammed
Çağdaş Durmaz
Çağdaş Durmaz

Deniz 'in merakı '' AŞK ''

Yorum

Deniz 'in merakı '' AŞK ''

( 1 kişi )

2

Yorum

8

Beğeni

5,0

Puan

280

Okunma

Deniz 'in merakı '' AŞK ''

Deniz 'in merakı '' AŞK ''



Deniz sekiz yaşında son derece meraklı bir kız çocuğuydu. Bahçedeki leylak ağacının altında, dizlerinin üstünde bir karınca ordusu izleyen Deniz, birden başını kaldırdı. Sekiz yaşının bütün masum merakı gözlerinde parlıyordu. Annesi Elif akşam akşam yemeği hazırlarken bir yandan da Denizi izliyordu mutfak penceresinde. Deniz, koşarak içeri daldı. Ayakları çamurlu, alnı ter içindeydi.
Deniz: (Annesinin önlüğünün eteğini çekiştirerek, soluk soluğa)
“Anne! Aşk ne demek?”
Parmakları önlüğün kumaşında büzüşüyordu. Zihninde, televizyonda gördüğü pembe kalpler, ellerinden uçan kuşlar, gözleri ışık saçan insanlar vardı. Bir tür sihirli güç gibi gelmişti ona aşk.
Elif: (Bıçağı bıraktı. Avuçlarındaki salatalık kokusunu Deniz’in saçlarına değdirerek onu kucağına çekti. Gözlerindeki yorgunluk, bir anda yumuşadı.)
“Aşk mı? Bak yavrum... Aşk, sabah uyandığında babanın çayı sen uyanmadan demlemesi. Benim de onun gömleğinin kopuk düğmesini gece yarısı dikmemdir.”
Deniz’in alnındaki teri mendille sildi. Çocuğun gözlerindeki pembe hayallerin yerine, gündelik fedakârlıkların rengini koymak istiyordu.
Deniz: (Kaşları çatık, dudakları bükük. Annesinin anlattıkları, zihnindeki uçan kuşlara uymuyordu.)
“Ama bu sıradan! Aşk uçmak olmalı! Ya da... ya da süper kahraman olmak!”
Kollarını iki yana açıp havada salladı. Annesinin "düğme dikmek" gibi basit cevabı, içindeki büyülü tanımı karşılamamıştı.

Akşam, abisi Can bilgisayarında oyun oynarken, Deniz sessizce yanına sokuldu. Can, on yedi yaşında, aşkı dizilerdeki fırtınalı ilişkilerde arayan bir delikanlıydı.

Deniz: (Abisinin kolunu dürterek, gözlerini ekrandaki kavga sahnesine dikmiş)
“Abi, aşk acıtır mı?”
Sesi cılız ama ısrarlıydı. Annesinin anlattığı sessiz hizmetler, abisinin ekranında çığlık atan kadınla çelişiyordu.

Can: (Gözlerini ekrandan ayırmadan, omzunu silkeledi. Ekranda kadın, erkeğe bardak fırlatıyordu.)
“Tabii acıtır! Bak görüyor musun? Aşk işte bu! Yanmak, kavrulmak, deli olmak! Onsuz nefes alamamak!”
Elini göğsüne vurdu, dramatik bir ses tonuyla. Deniz, abisinin gözlerinde gördüğü o tutkulu ışıltıdan ürktü. Bu aşk, annesininkine hiç benzemiyordu.
Deniz: (Parmaklarını birbirine dolayıp sıktı. Zihni karışmıştı.)
“Ama annem aşkın düğme dikmek olduğunu söyledi. Seninkinde düğme yok!”
Başını yana eğdi, içi huzursuzdu. İki cevap, iki farklı dünya gibiydi. Hangisi doğruydu?
Can: (Sonunda oyunu durdurdu. Kardeşinin ciddiyetini fark etti. Alaycı gülümsemesi yumuşadı.)
“İkisi de doğru Deniz. Aşk bazen sessiz bir dikiş, bazen de parçalanan bir bardak. Ama her haliyle... gerçek.”
Kardeşinin saçını taradı. Deniz, bu sefer "gerçek" kelimesine takıldı. Demek aşkın tek bir rengi yoktu.

Ertesi gün okulda, teneffüs zili çaldığında Deniz, öğretmeni Ayşe Hanım’ın peşine takıldı. Öğretmen, koridorda yürürken bile elinde kitaplar, gözlerinde hep bir derin düşünce vardı.
Deniz: (Öğretmenin eteğine yapışıp yolunu keserek, nefes nefese)
“Öğretmenim! Aşk nedir? Annem düğme dikmek dedi, abim yanmaktır dedi!”
Avuçlarını havaya açtı, sanki cevabı tutacakmış gibi. Artık çocuk aklıyla zihninde aşk için bir makine tasarlıyordu: Düğme diken bir el, yangın çıkaran bir alev topu.

Ayşe Hanım: (Dizlerinin üstüne çöktü. Kitapları yere bıraktı. Deniz’in gözlerinin içine, usul usul konuştu.)
“Deniz’ciğim... Aşk, bir tohum gibidir. Onu alırsın, toprağa ekersin. Sabırla sularsın. Bazen güneş yakar, bazen yağmur boğar. Ama kök saldı mı, bir daha sökemezsin. İşte o kök; güven, saygı ve emektir.”
Cebinden küçük bir kağıt çıkarıp, üzerine bir çilek çizdi. Deniz, "kök" kelimesini düşündü. Annesinin dikişi, abisinin alevi, şimdi de toprağın altında sessizce büyüyen bir şey...

Deniz: (Öğretmenin çizdiği çileği parmağıyla izlerken, yüzü aydınlandı.)
“Yani aşk... büyümek mi?”
Sesinde bir keşif heyecanı vardı. Öğretmenin anlattığı, hem annesinin sabrını hem de abisinin tutkusunu kapsıyor gibiydi.

Ayşe Hanım: (Gülümseyerek kağıdı Deniz’in avucuna koydu.)
“Evet yavrum. Büyümek... Ve o büyümenin içinde, başkasının mutluluğunu kendininkinden önce görmek.”
Deniz, kağıttaki çileğe bakarken, öğretmen usulca uzaklaştı. Avucundaki çizim, aşk denen bilmeceye dair ilk somut ipucuydu.

Akşam yemeğinde Deniz, sessizce tabağındaki köfteleri eziyordu. Babası Mehmet, onun düşünceli halini fark etti.
Mehmet: (Çatalını bırakıp, kızının çenesini usulca kaldırdı.)
“Deniz, bugün dünyayı mı kurtarıyorsun?”
Gözlerinde şefkatli bir tebessüm vardı. Kızının kaşlarının çatıklığı, onu meraklandırmıştı.

Deniz: (Avucunda sıkı sıkı tuttuğu çilekli kağıdı masaya koydu. Tüm öğrendiklerini birleştirmeye çalışıyordu.)
“Baba... Aşk acıtır mı? Dikilir mi? Yoksa büyür mü?”
Gözleri babasının yüzünde, tüm cevapları birleştirecek son halkayı arıyordu. Zihninde üç tanım çarpışıyordu: dikiş, alev, kök.
Mehmet: (Derin bir nefes aldı. eşi Elif’le göz göze geldiler. İkisinin de gözlerinde yılların birikmiş anlamı vardı.)
“Aşk... güneşi anlatmaya çalışmak gibi bir şey yavrum. Nasıl sıcak olduğunu anlatabilirsin, doğuşundaki pembeyi tarif edersin, ama gerçek sıcaklığını anlatamazsın. Ancak güneşin altında duran bilir.”
Elini kaldırıp, pencereden sızan akşam güneşinin ışığında oynattı. Deniz, babasının avucundaki ışık oyununa baktı. Annesinin sessiz hizmeti, abisinin tutkulu çığlıkları, öğretmenin kök salma hikayesi... hepsi bu ışıkta eridi.

Deniz: (Birden ayağa fırladı. Yüzünde nihayet bulmuş bir ifade.)
“Anladım! Aşk... PAYLAŞMAK!”
Koşarak mutfağa girdi, kurabiye kavanozunu aldı. Getirip masaya koydu.
“İşte! Benim en sevdiğim kurabiyeler. Alın, hep beraber yiyelim!”
Gözleri, her birinin yüzünde aşkın farklı bir rengini görüyordu: Annesinin memnuniyeti, abisinin şaşkın gülümsemesi, babasının gururla parlayan bakışları...



Elif: (Kurabiyeyi ağzına götürürken, gözleri nemlendi.)
“İşte şimdi gerçekten anladın yavrum.”
Deniz, kurabiyenin kırıntılarını avucunda hissetti. Aşk, artık uçan pembe kuşlar değildi.
Babasının sabah ezanında kalkıp demlediği çaydı.
Annesinin kopuk düğmeyi fark edip dikmesiydi
Abisinin kırık kalbini tamir etmek için sarf ettiği öfkeydi.
Öğretmenin cebine koyduğu sessiz tohumdu.
Ve babasının, anlatamadığı ama her hücresinde taşıdığı güneşti.
Avucundaki çilek resmini sımsıkı tuttu. Aşk, paylaşılan bir kurabiyenin tadında, sevginin kalplerde büyümesiydi.

Ertesi sabah, okul bahçesinde en yakın arkadaşı Ege ile salıncakta sallanırken, Deniz’in gözleri uzaklara daldı. Ege, onun dalgınlığını fark etti.
Ege: (Salıncağın zincirini sertçe çekip Deniz’i sarsarak)
“Dünya dışına mı çıktın yine? Uzaylılar seni kaçıracak!”
Kahkahası, bahçedeki çınar yapraklarına karıştı. Deniz, Ege’nin bu kaygısız neşesine her zaman imrenmişti. Kendi zihni ise durmadan sorular üretiyordu.
Deniz: (Avucundaki buruşuk kâğıdı çıkarıp Ege’ye uzattı. Çilek resmi, terle hafif belli belirsiz olmuştu.)
“Ege... Sen aşkın ne olduğunu biliyor musun?”
Sesi ciddiydi, salıncakta sallanmayı bırakmıştı. Ege’nin cevabı, diğerlerinden farklı bir renk katacaktı belki de.
Ege: (Kâğıda şöyle bir baktı, omuz silkti. Sonra gözlerinde muzip bir ışık belirdi.)
“Tabi biliyorum! Ayşe Teyze’nin bakkalında çikolatalı gofretler var ya... İki alana bir bedava! İşte aşk, o!”
Deniz, başta şaşırdı. Sonra Ege’nin basit mantığında bir parça hakikat gördü: Aşk, bazen bir gofret kadar somut ve lezzetli olabilirdi.

O akşam, babaannesi Nuriye Hanım ziyarete geldi. Balkonda, ıhlamur kokulu akşam çayını yudumlarken, Deniz babaannesinin ellerine baktı. Derin çizgiler, solmuş yaşlılık lekeleri... Bu eller kaç öykü saklıyordu?
Deniz: (Babaannesinin dizine yaslanıp, çilekli kâğıdı onun avucuna bıraktı. Sesini alçalttı, sır verir gibi)
“Büyükanne... Dedem öleli çok oldu. Onu hâlâ seviyor musun?”
Gözleri, babaannenin yüzündeki dalgalanmayı izliyordu. Bu soru, diğerlerinden daha ağırdı. Ölüm ve sevgi nasıl yan yana durabilirdi?
Nuriye Hanım: (Bir an duraksadı. Parmağıyla çilek resminin üzerini okşadı. Sonra uzaklara, gün batımının pembesine baktı. Sesindeki titreşim, rüzgârda sallanan asma yaprağı gibi hafifti)
“Sevmek... ölmez yavrum. Ben onu her sabah kuş seslerinde duyuyorum. Her akşam, güneş camına vurduğunda, koltuğunun boş yerinde hissediyorum. Sevgi, veda etmiş bedenlerin değil, birbirine karışmış nefeslerin adıdır.”
Elini Deniz’in kalbine koydu. Deniz, avucunun altında atan kalbinde, sanki dedesinin nefesini hissetti

Deniz: (Gözleri büyüdü. Büyükannesinin elini tuttu, kendi yanağına bastırdı. Soru, içinde filizlenmişti)
“Yani... aşk ölmek mi? ”
Saf merak, kederin sınırlarını zorluyordu. Nuriye Hanım, torununun zekâsı karşısında iç geçirdi.

Nuriye Hanım: (Hafifçe gülümsedi, gözleri nemliydi.)
“Hayır canım. Aşk... yaşamın ta kendisini bir başkasının varlığında fark etmek. Dedenin nefesi, benim içimde. Benim gülüşüm, kuşlarda. Sen büyüdükçe, ben senin içinde yaşayacağım. İşte bu sonsuzluk... aşkın ta kendisi.”
Deniz, bu cevabın büyüsüne kapılmış, babaannesinin dizinde uykuya daldı. Rüyasında, dedesinin elini tutuyor, babaannesinin kahkahası kuş olup uçuyordu.

Birkaç gün sonra, komşuları Emekli Öğretmen Cemal Amca hastalandı. Eşi vefat etmiş, yapayalnızdı. Babası Mehmet, komşuları Cemal için evde çorba kaynatıp tencereyi hazırlarken, Deniz sessizce izledi.

Deniz: (Babasının önlüğünün eteğine yapışıp, burnunu tencereye uzattı. Buhar, yüzünü ıslattı.)
“Baba... Cemal Amca’ya çorba götürmek mi aşk?”
Soru, artık bir keşif aracına dönüşmüştü. Her olayı bu sihirli mercekten görüyordu.

Mehmet: (Kapağı kapatıp, ocağın ateşini kıstı. Deniz’i kucağına aldı. Mutfak penceresinden, Cemal Amca’nın loş evi görünüyordu.)
“Bak yavrum... Aşk bazen de görmektir. Yalnızlığı fark etmek... Ve o sessizliğe, sıcak bir çorba kadar dokunabilmek.”
Deniz, babasının gözlerindeki o derin bakışı tanıdı. Tıpkı babaannesinin dedesini "hissetmesi" gibi.

Deniz: (Aniden kucağından kaydı. Koşarak odasına gitti. Çekmecesinden, Ege’nin bahsettiği çikolatalı gofretlerden birini aldı. Sonra mutfağa döndü, çorba tenceresinin yanına koydu. Büyük bir ciddiyetle)
“Çorbaya ekleyelim mi? Babaannem dedi ki; sevgi karışan nefeslerdir. Belki çikolata da nefese karışır?”
Babası Mehmet, kızının bu saf ve derin mantığı karşısında gözleri dolarak güldü. Deniz, tüm öğrendiklerini birleştiriyordu: Paylaşmak, fark etmek, karışmak...



Gece yarısı, Deniz yatağında gözlerini tavana dikmişti. Ay ışığı, odadaki oyuncak ayıların gölgesini duvara dev canavarlar gibi yansıtıyordu. Elinde çilekli kâğıt, artık iyice yıpranmıştı. Birden yataktan fırladı. Defterini ve boya kalemlerini aldı. Sayfayı dörde böldü.

İlk Kare: Annesi, babasının kopuk düğmesini dikiyor. Altta kocaman harflerle: "AŞK = DİKMEK"
İkinci Kare: Abisi Can, kırık bir bardağa bakıp gözlerinden alevler fışkırıyor. Altta: "AŞK = YANMAK"
Üçüncü Kare: Öğretmeni, toprağa bir tohum ekiyor. Kökler derinlere uzanıyor. "AŞK = KÖK SALMAK"
Dördüncü Kare: Kendisi, babaannesi ve dedesinin fotoğrafı. Hepsinin göğsünden birbirine karışan renkli nefes çizgileri çıkıyor. "AŞK = KARIŞMAK"

Resmi bitirince, büyük bir memnuniyetle geriye yaslandı. Ama içinde bir eksiklik vardı. Ege’nin gofreti, Cemal Amca’ya giden çorba... Tüm bunlar nereye sığacaktı? Defterin altına kocaman bir ok çizdi. Oku bir kalbe yönlendirdi. Kalbin içine bir kase çorba, bir gofret ve bir avuç kurabiye çizdi. Kalbin altına, tüm harfleri rengârenk boyayarak yazdı:

"AŞK = GÖRMEK ve PAYLAŞMAK"

Ertesi sabah, Cemal Amca’ya giderlerken, Deniz resmini de yanına aldı. Yaşlı adam, çorbayı içerken resmi uzattı. Cemal Amca, gözlüğünü çıkardı. Elleri titreyerek resme baktı. Gözleri, özellikle son kalbe takıldı. Derin bir nefes aldı, sanki Deniz’in çizdiği karışık nefesleri içine çekiyordu.

Cemal Amca: (Parmağıyla "GÖRMEK ve PAYLAŞMAK" yazısının üzerine dokundu. Sesinde yılların yorgunluğu ve aniden dirilen bir sıcaklık vardı.)
“Demek... beni gördünüz küçük kız? Bu çorbanın içindeki en acı biber bile... şimdi bana bal oldu.”
Deniz’in saçını okşadı. Parmakları, Deniz’in babaannesinin elini anımsattı. Deniz, kalbinde tanıdık bir sıcaklık hissetti: Karışan nefesler...

Yolda eve dönerken, Deniz babasının elini sımsıkı tuttu. Sessizdi ve artık sormuyordu. Çünkü cevabı bizzat yaşamıştı. Cemal Amca’nın gözlerindeki nemde, babaannesinin dedesini anarken ki tebessümünde, babasının sabah erkenden kalkıp demlediği çayın dumanında, hatta Ege’nin paylaştığı gofretin çıtırtısında... Aşkın bin bir rengini görmüştü.

Deniz, o gece yatağına girdiğinde, çilekli kâğıdı ve resim defterini yastığının altına koymadı. Onun yerine, pencerenin kenarına, ay ışığının vurduğu rafa yerleştirdi. Sonra balkona çıktı. Gökyüzünde binlerce yıldız parlıyordu. Ellerini kenetleyip, gözlerini kapadı. İçinden bir dilek fısıldadı, ama bu bir dilek değildi artık. Bir teşekkürdü:

“Teşekkür ederim... Herkese. artık biliyorum ki aşk...
İlk soruyu soran cesarettir.
Cevabı veren bilgeliktir...
Paylaşılan bir çorbada ısınan ellerin sessizliğidir.”

Ay, Deniz’in yüzüne vurdu. Göz kapaklarının arasından süzülen bir damla, yanağında parladı ve kayboldu. Artık dudaklarında, bir daha asla solmayacak bir gülümseme vardı. Küçük kız, nihayet sonsuz sorusunu evrenin kucağına bırakmıştı. Ve evren, ona sessizce kucak açıp yanıtladı ;

’ AŞK BİR ÇOCUK GİBİ SAF VE TEMİZ KALMAKTIR ’’

Çağdaş DURMAZ

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (1)

5.0

100% (1)

Deniz 'in merakı '' aşk '' Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Deniz 'in merakı '' aşk '' yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Deniz 'in merakı '' AŞK '' yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Etkili Yorum
suyun sancısı
suyun sancısı, @suyun-sancisi
27.8.2025 21:57:02
dedenden sana miras kalan denize tutkunu aynı isimli bir çocuğun meraklı gözlerinde aşkla ironileştirmen çok anlamlıydı arkadaşım
severek okudum

Tebrik ve sevgilerimle Çağdaş
M.Y.
M.Y., @m-y
26.8.2025 22:28:20
Güzel bir öykü. Öyküler fabller gibi ders vermez; ama çıkartılacak dersler de var. Çocukların sorularına doğru cevap vermek, gerekmiyorsa detaya girmemek, belki dikkatini dağıtıp soruyu geçiştirmek.

Bir şeyin çok sayıda tanımı varsa, tanımı yok demektir. Şiir gibi, aşk gibi.

Siz büyük harflerle de bir tanım yapmışsınız, evrenin cevabı olarak, bence o tanım da eksik. O cevap keşke Deniz'in cevabı olsaydı.
Saygılar.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL