0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
135
Okunma
Kur’an, İslam inancının Müslümanların uyması gereken kaynak olarak tek kaynağı ve Müslümanların yol göstericisi olarak Allah tarafından indirilmiş kutsal bir kitaptır. Hicr Suresi’nin 9. ayetinde Allah, Kur’an’ı koruma vaadini şöyle dile getirmiştir: “Şüphesiz o Zikri biz indirdik ve şüphesiz O’nun koruyucuları biziz.” Bu ayet, Kur’an’ın metin olarak hiçbir şekilde değişikliğe uğramayacağını, Allah’ın onu muhafaza edeceğini kesin bir dille ifade eder. Ancak tarih boyunca Kur’an’ın anlamı çarpıtılmaya çalışılmış bunun için münafıklar tarafından hadisler uydurulmuş bu durum İslam ümmeti içinde farklı geleneklerin, rivayetlerin ve yorumların doğmasına yol açmıştır. Kur’an’dan önce indirilen kutsal kitaplar olan Tevrat ve İncil, tarih boyunca yorum düzeyinde saptırılarak insanların müdahalelerine maruz kalmıştır. Bu durum, bu kitapların ilahi otoritesine gölge düşürmüş ve insanlar arasında çelişkiler oluşturmuştır. Ancak İslam inancına göre, Allah bu kitapların metinlerinin bozulmasına izin vermemiş, fakat anlamlarının yanlış yorumlanmasına ve çarpıtılmasına insanlar tarafından sebep olunmuştur. Aynı risk, Kur’an’ın metninin korunmuş olmasına rağmen anlam düzeyinde çarpıtılmalar yoluyla devam etmektedir. Kur’an’ın korunmuşluğu, metninin değiştirilmemesi anlamında tartışmasızdır. Ancak, tarih boyunca insanlar Kur’an’ı anlamada uydurma hadislere uymuşlar Kur’an’ın yeterliliğini reddetmişlerdir. Bu durum, bazı kesimler tarafından “Kur’an’a dayalı İslam” yerine “rivayetlere dayalı bir geleneksel din” ortaya çıkmasına neden olmuştur. Hadislerin tümü Nebimiz Muhammed’in vefatından sonra uydurulmuşlardır. Hadis ilmi, sahih ve zayıf hadisleri ayırt etmek için ortaya çıkmış olsa da, zamanla hadisler Kur’an’ın önüne geçirilmiş, hatta bazı hadislerin Kur’an hükümlerini neshettiği (ortadan kaldırdığı) iddia edilmiştir. Bu anlayış, Kur’an’ın tam ve eksiksiz bir kitap olduğu inancıyla çelişmektedir. İslam dünyasında, özellikle modern dönemde, “Kur’an’a dönüş” hareketleri artmıştır. Bu hareketler, Kur’an’ı merkeze almayı, onu anlamayı ve ona göre yaşamayı hedefler. Bu yaklaşıma göre, Kur’an, insanlara yeterli bir rehberlik sunan eksiksiz bir kitaptır. Bu görüş, Hicr Suresi 9. ayetine dayanarak Kur’an’ın ilahi koruma altında olduğuna ve insanların uydurmalarıyla değişmeyeceğine olan inanca vurgu yapar. Kur’an, Allah tarafından korunmuş bir metin olarak Müslümanlar için yol gösterici olmayı sürdürmektedir. Ancak tarih boyunca insanların geleneksel dini uygulamalar ve rivayetler yoluyla İslam’ı yorumlama biçimleri, Kur’an’ın mesajını gölgede bırakmıştır. Müslümanların Kur’an’ı anlamaya ve yaşamaya yönelik çabalarını artırmaları, rivayetlere dayalı yanlış anlamalardan kaçınmaları gerekmektedir. Allah’ın koruması altında olan Kur’an’ın, müminlerin hayatında hak ettiği yeri bulması için onun anlaşılmasına ve yaşanmasına yönelik çabaların artırılması elzemdir. Bu süreçte, Kur’an’ın hiçbir ilave kaynağa ihtiyaç duymayacak kadar yeterli bir rehber olduğu gerçeği akılda tutulmalıdır. Kur’an’ın korunmuşluğu yalnızca bir inanç meselesi değil, aynı zamanda tarihsel ve filolojik bulgularla da desteklenen bir olgudur. Birmingham Üniversitesi’nde bulunan ve karbon testiyle miladi 568–645 yılları arasına tarihlenen Kur’an sayfaları, Kur’an’ın değiştirilmediğinin en çarpıcı kanıtlarındandır. Yine Topkapı Sarayı Mushafı, Taşkent (Özbekistan) Mushafı, Sana’a elyazmaları (Yemen) gibi nüshalar da, Kur’an’ın metin olarak korunmuşluğuna dair elle tutulur bilimsel deliller sunmaktadır. Kur’an’ın indirildiği dönemde Arap yarımadasında çeşitli lehçeler bulunuyordu. Lehçeye ve fonetik farklara dayalı bazı kıraat farkları günümüze kadar ulaşmıştır. Bunların tümü Kur’an’ın anlamını değiştirmeyen, telaffuz ve kelime farklılıkları içeren kıraatlardır. En yaygın kıraat, özellikle Arap dünyasında kullanılan Hafs rivayetiyle gelen Asım kıraatidir. Kuzey ve Batı Afrika’da ise Versch rivayetiyle gelen Nafi kıraati yaygındır. Bu farklılıklar, Kur’an’ın farklı coğrafyalarda ezberlenmesini ve okunmasını kolaylaştırmış; ama metnin asli mesajında hiçbir değişiklik oluşturmamıştır. Metin olarak hiçbir değişikliğe uğramayan Kur’an, anlam düzeyinde ise zamanla çeşitli müdahalelere maruz kalmıştır. Emevî ve Abbâsî dönemlerinden itibaren özellikle siyasi amaçlarla üretilen hadisler, Kur’an’ın anlamını perdelemiş; böylece İslam’ın saf ve evrensel mesajı yerini mezhepçi, gelenekçi ve çoğu zaman Kur’an’a aykırı yorumlara bırakmıştır. Bu çarpıtmalar, İslam’ın özüne zarar vermiş ve Allah’ın dinini tahrif etmeye çalışan anlayışlara zemin hazırlamıştır. Kur’an’ın yeterliliğini savunan düşünürler –örneğin Ebu Hanife, Şatibi, İbn Hazm ve çağdaş Kur’an merkezli isimler– bu konuda uyarılarda bulunmuş; rivayet dininin Kur’an’ın önüne geçmesinin İslam’a büyük zararlar verdiğini vurgulamışlardır. Bugün Müslümanlar olarak bize düşen, yalnızca Kur’an’ın fizikî varlığını değil, aynı zamanda mesajını da korumaktır. Bu da Kur’an’ı anlamak, hayatımıza uygulamak ve onun dışındaki tüm rivayet, mezhep ve gelenekleri terk etmekle mümkündür. Sonuç olarak, Kur’an hem ilahi koruma vaadi hem de tarihsel belgeler ve bilimsel bulgular ışığında metin olarak bozulmamıştır. Ancak onun mesajını korumak, rivayetlere değil sadece Kur’an’a dayalı bir İslam anlayışını benimsemekle mümkündür. Müslümanların Kur’an’a yönelmesi, onu tek kaynak kabul etmesi ve tüm diğer geleneksel unsurlardan arınarak yaşaması, Allah’ın kelamına gösterilecek en büyük sadakattir.