1
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
159
Okunma
İnsan, yaratılışı itibarıyla aciz, fakir ve zayıf bir varlıktır. Bu gerçek, insanın hem Rabbine olan ihtiyacını hem de hata yapma eğilimini açıkça ortaya koyar. Tarih boyunca insanoğlu, hatta Allah’ın seçkin kulları olan elçiler bile hatalar yapmış, acziyetlerini yaşamışlardır. Ancak onların hikâyeleri, hatalar karşısında nasıl bir duruş sergilenmesi gerektiğini öğretir. Örneğin, Elçi Muhammed’in üzüntüsü, Elçi Yakup’un hüznü, Elçi Musa’nın korkusu ve Elçi Yunus’un öfkesi, insani duyguların elçilerde de var olduğunu gösterir. Onlar, bu duygularıyla sınanmış ve her biri sonunda Allah’a sığınarak derslerini almıştır. Bu durum, bizlere hataların ve zayıflıkların insan olmanın bir parçası olduğunu öğretir. Önemli olan bu zayıflıklardan ders alıp Allah’a yönelmektir. Allah’ın bir ismi Müzekki’dir, yani insanları her türlü kusurdan arındıran ve onları temize çıkarandır. İnsan, kendi çabasıyla mükemmel bir iman seviyesine ulaşamaz. Allah, insanları hatalardan arındırarak terbiye eder. İnsan, bu gerçeği kavrayarak kendi acziyetini kabul etmeli ve Allah’a büyüklenmeden boyun eğmelidir. Zira hatalar, insana zayıflığını hatırlatır ve onu Rabbine daha fazla yaklaştırır. Kaderde işlenen hata bile, insanın eğitilmesi ve arındırılması içindir. Ancak şeytan bu noktada devreye girerek insanın moralini bozmaya çalışır. Ona sürekli aynı hataları yaptığını, asla düzelemeyeceğini ve kötü bir kul olduğunu telkin eder. Bu, şeytanın en büyük oyunlarından biridir. Müslüman, şeytanın bu telkinlerine kapılmadan hatalarından ders çıkararak yoluna devam etmelidir. Çünkü hata yapmak insanın doğasında vardır ve bundan korkanlar ancak münafıklardır. İblis ve Âdem’in hikâyesi, insanlık için bir ibret vesikasıdır. Her ikisi de hata yaptı; ancak sonuçları birbirinden tamamen farklı oldu. İblis, yaptığı hatayı kabul etmedi, kibrine yenik düştü ve lanetlendi. Âdem ise tevbe ederek Allah’a yöneldi, acziyetini kabul etti ve sonunda resullüğe layık görüldü. Bu iki tavır, insanın hatalar karşısında nasıl bir duruş sergilemesi gerektiğini öğretir. Kibir ve enaniyet, insanın hatasını kabul etmesine engel olur. Tıpkı İblis gibi, kibirli bir insan da kusurlu olmayı kendine yakıştıramaz. Ancak tevbe etmek, insanın acziyetini ve Allah’a olan ihtiyacını kabul etmesidir. Bu, insanı hatalarından ders çıkararak daha ileriye götürür. Hayat uzun bir yolculuktur. Bu yolda yürürken insan sık sık düşer. Ancak asıl önemli olan, düştüğü yerden kalkıp yoluna devam edebilmektir. İnsan, düşe kalka eğitilir ve benliğinden sıyrılarak Rabbinin terbiyesini kavrar. Her düşüş, insana kendi güçsüzlüğünü ve Allah’a olan ihtiyacını hatırlatır. Ancak ayağa kalkanın insanın kendisi olmadığını, Allah’ın rahmetiyle ayağa kalktığını anlaması gerekir. Bu noktada Zümer Suresi’nin 53. ayeti, insanlara büyük bir müjde verir: >“De: Nefislerine karşı aşırı giden kullarım Allah’ın rahmetinden asla umut kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O çok bağışlayandır çok rahmet edendir.’” Bu ayet, Allah’ın sınırsız rahmetini ve bağışlayıcılığını vurgular. İnsan, yaptığı hatalar yüzünden karamsarlığa kapılmamalı, Allah’ın merhametinden umut kesmemelidir. Çünkü Allah, samimi bir tevbe ile kendisine yönelen kullarını affeder. Hata yapmak, insanoğlunun fıtratında vardır. Ancak bu hatalar, insanın eğitimi ve Rabbine daha da yaklaşması için bir vesiledir. Önemli olan, hatalarımızı görüp ders çıkarmak, samimi bir şekilde tevbe ederek Allah’a yönelmek ve yolumuza devam etmektir. İnsan düşebilir, ama Allah’ın yardımıyla yeniden kalkabilir. Unutulmamalıdır ki her düşüş, Allah’ın rahmetine ve terbiyesine bir kapı aralar. Ve insan, Allah’ın bağışlayıcılığına inanarak bu yolda yürümeye devam eder. İnsanın hatalarını kabul edip Allah’a yönelmesi yalnızca manevi bir arınma değil, aynı zamanda duygusall ve bedensel sağlığı doğrudan etkileyen bir süreçtir. Modern psikoloji, insanın suçluluk, pişmanlık ve vicdan azabıyla başa çıkma biçiminin zihinsel sağlık üzerinde derin etkiler bıraktığını ortaya koymuştur. Tevbe, yani samimi bir şekilde yapılan içsel yüzleşme ve Allah’a dönüş, insanın üzerindeki psikolojik yükleri hafifleten güçlü bir terapötik süreçtir. Örneğin, pişmanlık ve içsel suçluluk duygusu uzun vadede depresyon, anksiyete, uyku bozuklukları ve hatta bağışıklık sisteminde zayıflamaya neden olabilir. Ancak bu duyguların bastırılması ya da inkârı da ayrı bir psikolojik bozulmaya yol açar. İşte tam bu noktada, tevbe bir denge mekanizması olarak devreye girer. Samimi bir tevbe ile insan, hatasını kabul eder, sorumluluk alır, ama aynı zamanda Allah’ın merhametine sığınarak iç huzura ulaşır. Bu da psikolojik anlamda arınma (katarsis) sağlar. Nöropsikolojik araştırmalar, dua, tevbe ve namaz kılmak gibi manevi pratiklerin beyinde dopamin ve serotonin salgılanmasını artırdığını, bu sayede depresyonun ve stresin azalmasına yardımcı olduğunu ortaya koymuştur. Allah’ın affediciliğine inanan bir mümin, içsel olarak kendini değerli hisseder; bu da özgüveni artırır ve kendilik algısını iyileştirir. Ayrıca, insanın Allah’a boyun eğmesiyle yaşadığı tevazu hali, kortizol (stres hormonu) seviyelerini düşürerek kalp sağlığı, sindirim sistemi ve bağışıklık fonksiyonları üzerinde olumlu etki oluşturur. Stresin azalmasıyla birlikte beden, hatalardan sonra toparlanma sürecine daha çabuk girer. Şefkat merkezli terapilerde de kişinin kendine acımasız davranmaması, hatalarını bir öğrenme süreci olarak görmesi teşvik edilir. Bu, Kur’an’ın öğrettiği tevbe anlayışıyla birebir örtüşür. Ayrıca tevbe, bireyin kendini sürekli aynı hatalara mahkûm hissetmesini engelleyerek öğrenilmiş çaresizlik duygusunu ortadan kaldırır. “Ben zaten kötüyüm, bir daha düzelmem” düşüncesi yerine, “Evet düştüm ama Allah’ın yardımıyla yeniden kalkabilirim” anlayışı gelir. Bu düşünce yapısı, psikolojide pozitif öz-yeterlik inancı olarak tanımlanır ve bireyin yaşamla baş etme gücünü artırır. Sonuç olarak, hatalar karşısında Allah’a yönelmek; hem duysal sükûnetin hem de fiziksel sağlığın anahtarıdır. İnsan, kendi acziyetini kabul ederek tevbe ettiğinde, hem psikolojik hem de bedensel anlamda rahatlar. Allah’ın rahmetiyle yeniden başlama imkânı bulan bir kalp, stresten, suçluluktan ve umutsuzluktan arınır. Bu ise hayatı daha sağlıklı, anlamlı ve dirençli yaşamayı sağlar.