Para, gübre gibi etrafa yayılmazsa işe yaramaz. baco
M.Y.
M.Y.

Senin Tanrın Benim İçin Yoktur

Yorum

Senin Tanrın Benim İçin Yoktur

5

Yorum

10

Beğeni

0,0

Puan

406

Okunma

Senin Tanrın Benim İçin Yoktur


1. Tanrı var mıdır?

Bu soruyu Sokrates’e sorsaydık her halde kavramları sorgulayan anlayışla: “Tanrı” nedir, “var” nedir hatta “yok” nedir diye sorardı. Onun gölgesinde yürüyeceğim.

Tanrı, sözlüklerde bir kelimedir deseydik: Evet, o halde Tanrı vardır, diyecekti.

Tanrı, felsefi anlamda evrenin ilk nedeni, başlangıcıdır deseydik: Evet, o halde Tanrı vardır, da diyecekti.

Bir hadis-i kutsi vardır (sahih hadistir). “Ben kulumun benim hakkımdaki zannı üzereyim”. Bu söz de doğruluyor ki, gelmiş geçmiş insan sayısı kadar Tanrı zannı vardır. Herkesin zannı kendine göredir. Birinin zannı, benim zannım olamaz. Bir başka deyişle senin Tanrı hakkındaki zannın benim için yoktur.


2.Gelelim ikinci soruya: “var” nedir?

Bu soruyu da Sokrates’e sorsaydık: Senin “var” dediğin, neye “yok” dediğine bağlıdır, derdi. Çünkü “varlık” da, “yokluk” gibi bir sınır çizme işidir.

Sen "var" diyorsun ama nerede var: Beş duyunda mı var, aklında mı var, rüyanda mı var, dilinde mi var? Senin için var olan bir şey, başkasına yok olabilir.

Bu yokluk, "var" için de geçerlidir. Sözlüklerde “var”: Mevcut olan, bulunan demektir. Bu tanım da bir çember içinde dönüp durmak gibidir.

Var olan neye göre "mevcut"tur? Bir göz varsa görünür; bir kulak varsa duyulur; bir bilinç varsa anlam kazanır. O zaman “var” kendiliğinden değildir: Bir bağlam ister, bir tanık ister, bir oyuncu ister. “Ben bir gizli hazine idim bilinmek istedim.”: Hadis-i kutsidir (hadis literatüründe zayıf hadis olarak geçer).

Sokrates belki şöyle noktalar: “Varlık, bir ilişkidir; tanımayan yok sanır, tanıyan kendi gölgesini (zannını) görür.”

Benim dilimle: Senin Tanrın benim için yoktur; ama ben seni tanıyorsam senin Tanrın benim için “zan” olur.


3.Peki “yok”nedir?

Yine Sokrates’e sorsaydık, belki “yok” konuşulduğuna göre vardır derdi. Çünkü sözlüklerde “yok”un da bir adı ve tanımı vardır: Mevcut olmayan, bulunmayan demektir.

“Yok” neye göre yoktur. Radyo sinyalleri görünmüyor diye yok mudur? Yoksa gözün, kulağın bir anlamda yokluğu/yetersizliği midir?

Bir şey kavramlaştırma yapılmamışsa bu onun yokluğunun delili midir, yoksa bir kültür olan dilin yetersizliği midir? Yok dediğimiz belki de henüz kavramlaştıramadıklarımız mıdır? Yok, bazen saklı olandır, bazen silinmiş olandır, bazen hiç olmayandır, bazen unutulmuş olandır. Sadece temel renkleri bilen biri için bordo, lila, turkuaz yoktur.

“Yok”u bilmeyen “var”ı bilemez. Biri için “yok” olan bir başkası için “var” olabilir. Aslında birinin “Senin tanrın benim için ‘yok’tur demesi “Ben onu görmedim, duymadım; yargılayan, azap eden bir Tanrıya inanmadım” demektir; ama bu onun varsa yok olduğu anlamına gelmez. Çünkü sonuçta yokluk da bir zandır.

Tanrı bazen yokmuş gibi yapar, tamamlanmaya yönelir; etkilenir, gelişir. İslam anlayışına aykırıdır ama bu da benim zannımdır.


4.Bu yazının omurgası olan “zan” nedir?

Baştan beri birçok cümlede kullandım. O halde “zan” nedir? Çünkü var dediğim de zanna göre, yok dediğimiz de zanna göredir. Tanrı’ya inanç da inkâr da zanna göredir.

Sözlüklerde “zan”: Kesin bilgiye dayanmayan, doğru olduğu sanılan yargı; olarak tanımlanmıştır. Aslında bu tanım da eleştirilebilir: Çünkü hiç kimsenin bilgisi kesin değildir. Bilim dediğimiz hipotezle, inanç dediğimiz sezgiyle ilgilidir.

Unutulmamalıdır ki bazı konularda “biliyorum” diyen zannını sabitlemiş, kilitlemiştir. “Var” diyen belki zihninin uydurduğunu söylüyordur. “Yok” diyenin belki gözünden kaçmıştır. Yani “zan” hem rehberdir, hem tuzak.

“Zan” belki bilginin giriş kapısıdır. İçeri giremediği için dışarıda kalırsın. Tanrı’ya değil, içindeki sese inanırsın. Bu yüzden herkesin Tanrısı biraz kendine benzer. Yukarıda dediğim gibi “Senin Tanrın benim için yoktur.” Zan, belki de Tanrının üstümüze örttüğü ince örtüdür.


5.Son olarak “hakikat” nedir?

Sokrates’e sorsaydık belki “İnandığın mı hakikat, aradığın mı?” derdi. Çünkü hakikat kimine göre bir yöneliş, kimine göre bir sonuç, kimine göre cevap, kimine göre ise sonu gelmez sorudur.

Sözlüklerde hakikat: “Doğru olan, gerçeğe uygun olan, asıl” olarak tanımlanır. Yine bir çemberin içine düşüyoruz: Doğru nedir, bu maddenin sorusu olan “gerçek” nedir?

Biz hakikati bilincimizle biliriz. Unutmayalım ki bilinç yanılabilir. Biri için hakikat olan bir başkası için kanaat olabilir. Yani hakikat herkesin kendi kabının aldığı kadardır.

Kimileri, Tanrının evrenin kendisi olduğunu zanneder, bu içkin görüşe panteist denir.

Ben Tanrının hem aşkın (evrenin dışında) hem içkin (evrenin içinde) olduğu zannına sahibim ki buna da panenteist görüş denir. İslam anlayışına yakındır: Kuran’da da hem arşa istiva etti yazılıdır, hem şah damarımızdan daha yakın olduğu.

Sonuç olarak:

Yukarıda da değindiğim gibi Tanrı vardır ya da yoktur diyenler aslında kendi zanlarını kilitleyenlerdir.

Tanrı zannı, hakikatin beynimizdeki gölgesidir. Kesin olarak var ya da yok diyemeyiz bunun içindir ki çokça susulur.


Seddar /Mersin 03.08.2025


Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Senin tanrın benim için yoktur Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Senin tanrın benim için yoktur yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Senin Tanrın Benim İçin Yoktur yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
savrulmalar
savrulmalar, @savrulmalar
8.8.2025 09:01:36
tanrı tek kişiliktir.bunu teyy ergenlik zamanarımda demişimdir...
howlin wolff
howlin wolff, @vortexgazininoglu
3.8.2025 19:25:50
https://youtube.com/watch?v=RYolGttHYEE?si=k2yFi9O7leyzD4IK

Bu video gelsin bu yaziya
Etkili Yorum
Tüya
Tüya, @tuya
3.8.2025 13:08:58
Siz ne yaptınız böyle, hocam; bu mecradaki çoğu insanın ödünü niye koparırsınız???

İzninizle, biraz katikatürize, dramatize edilmiş biçimiyle ele alalım bu konuyu:

Yaşamımız boyunca önümüze kapalı bir kutu konmuş ve onun açılmaması öğretilmiş. Bu öğreti korkuyla, cezalandırmayla gerçekleşmiş çoğu zaman.
Tabii itaatkar, "terbiye" görmüş unsurlar olarak, büyüklerimizin sözüne uymuş ve açmamışız o kutuyu. Dokunmaya korkmuşuz. Merak etmeye korkmuşuz; çünkü oradaki bilinmedik gücün bizi cezalandırmasıyla da korkutulmuşuz, susturulmuşuz. Dolayısıyla sorgulamak gelmemiş hiç aklımıza. (Düşünmek tehlikelidir ya!)

Halbuki; o kutunun içi dolu mu, boş mu, içinde bir şey varsa, nedir, sert mi, yumuşak mı, rengi, ölçüsü, yoğunluğu nedir? İşte bunlardan yoksun "var" olmuşuz yaşamımız boyunca: Çünkü zaten etrafımızdakiler de aynı konumdalar. Birbirimizin gözlerine bakarken o korkuyu o endişeyi görmüşüz, onunla "güç" bulmuşuz kendimizde ve birbiriimizde. Merak eden, düşünebilen özgür bir ben ile var olmak hem tehlikeli hem de "uyumsuzluk" olarak öğretilmiş ve kabul de görmüştür yaşadığımız o toplumda, kasabada, köyde vs.

Şimdi siz de gelmiş, "eski köye yeni adet" getiriyorsunuz.
Bize, neden düşünmüyorsunuz, merak etmiyorsunuz, diyorsunuz. Doğmatik inancınızı sorgulayın; burnunuzun dibindeki şu kutuyu bir parmaklayın, evirin, çevirin, sallayın, hatta açın, içini bi görün, diyorsunuz.
Bu dobra cesaretiniz ve bilginizle bizi tehlikeli bir "yol"a saptırmaya çalışıyorsunuz aaa!
Hem aydınlanmak istediğimizi kim söyledi? Bu yaptığınızı "günah mı" diye de hiç düşünmüyorsunuz tabii!

Tabii ki; siz ne denli pedagojik, didaktik açıklarsanız açıklayın, ne kadar felsefik irdeler ve analiz ederseniz edin taşlaşmış doğmalarımızı; biz, ölürüz de düşünmenin eşiğine yaklaşmayı; ölürüz de sorgulamayız inancımızı. Asırlardır öğretilmiş mantralarımızı duymaktan, boyun eğmekten memnunuz halla halla...

Hem niye keyfimizi bozalım, huzursuz olalım ve birileriyle bir tartışmaya ya girelim ki? Başka şeyler okumak, araştırmak da ne demek? şeytan işine bulaştırmayın bizi, hocam... :)

Neyse, çok uzattım. Af edersiniz, hocam!

Bir günah siz işlediniz, birini de ben işleyeyim ki cehennem boş kalmasın; çünkü gerisi cennette olacak... :)

Çok teşekkürlüm ve saygımla.








Tüya tarafından 3.8.2025 13:15:01 zamanında düzenlenmiştir.
Etkili Yorum
MÜSLÜM BAYRAM
MÜSLÜM BAYRAM, @m-sl-mcbayram
3.8.2025 12:40:12
durumu iyi idare eden bir değerlendirme olmuş hocam.
koca Sokrates bu, bel bağlamak yükü hafifletir hani;) babında...

saygımla hocam
mutlu pazarlar diliyorum
Etkili Yorum
Müjgan Akyüz
Müjgan Akyüz, @mujganakyuz
3.8.2025 12:23:58
''Bilim dediğimiz hipotezle, inanç dediğimiz sezgiyle ilgilidir.''

Sizin bakış açınızın değişikliği sadece bu cümle yüzünden kaynaklanıyor.

Aslında bilim sadece hipotez kurmaktan ibaret değildir; hipotez, bilimsel sürecin başlangıç aşamasıdır. Hipotezin ardından deney, gözlem ve doğrulama süreçleri gelir. Yani bilim, “kanıt” temelli ilerler. Bir iddia, ne kadar mantıklı veya sezgisel görünürse görünsün, kanıtlanmadıkça bilimsel sayılmaz. Dolayısıyla bilimde sezgi de önemli bir rol oynar; pek çok bilimsel keşif, sezgisel bir önseziyle başlamıştır. Einstein’ın görelilik fikri ya da Kekulé’nin benzen halkasını rüyasında görmesi buna örnektir. Ama bilim, bu sezgiyi kanıtlayarak doğrular.

İnanç ise tamamen sezgiye dayalı değildir. Dini inançlar ya da ideolojik inançlar, kültür, gelenek, eğitim, kişisel deneyimler ve akıl yürütme ile şekillenir. Birçok insan inancını sorgularken mantıksal argümanlar kullanır. İnanç, sadece “içsel his” değil, aynı zamanda bireyin hayatında gözlemlediği veya deneyimlediği olayların yorumlanmasıyla güçlenir.

Yani hem bilim hem inanç, yalnızca tek bir temele indirgenemez.

Bilim: Sezgi + hipotez + kanıt + deney.

İnanç: Sezgi + akıl yürütme + deneyim + kültürel aktarım.

Bu yüzden “bilim = hipotez, inanç = sezgi” şeklinde kesin bir ayrım yapmak, iki kavramın da karmaşıklığını ve çok boyutluluğunu göz ardı etmek olur.

Youtube de gerçeği bul kanalını önerebilirim. Dini konulara farklı bir bakış açısı sunuyor, bilimsel verilere dayanmaya gayret ediyor. Hiç sezgisel değil çalışmaları.

Tek kaynağımız Sokrates olmamalı bence.

Emeğinize sağlık
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL