4
Yorum
6
Beğeni
4,5
Puan
253
Okunma

SEVDALI MAVİLİKLER…
llk kez o denli içten bir ilgi ile izlemişti yüzündeki çizgilerin aynaya yansıyan umuda hasret eğrilerini..
Varoluş ve yokoluşun aynı çizgide karşılıklı inatçı kavgası, ilk kez bu kadar barışa susamış ve dingin elindeki fırça,yüzünde çilek kızılı izier bırakarak bir müddet daha gezindi ve durdu.
En temiz ve giymeye kıyamadığı çamaşırlarını çıkardı sandıktan. Karanfil kokusu sinmişti kırık köşelerine naftalin, kristallerinin. Kostümün değerini bilen usta bir artist gibi. O da aynı titizliği gösteriyordu çelik korseye. Kaçıncı kez hamilelik giysilerini giyerek ayna karşısında sınamıştı kendini. Her dışarıya çıkışta giydiği bu elbisenin altınada kendini çok rahat hissediyordu. Yöre halkının hamile kadınlara gösterdiği saygınlığın, günün birinde işine bu kadar çok yarayabileceğini tahmin etmemişti. Çelik korsenin üzerine gül desenli elbisesini giydi; postalanacak mektup ve kasetleri çantasına itina ile yerleştirerek evden çıktı.
Koşar adımlarla yürüdüğünü sandı; içinde, menziline erişmek isteyen bir merminin tunç duyarsızlığını değil, kozasından çıkmak için çırpınan bir kelebeğin heyecan dolu sabırsıziığı vardı. Köşeye dönünce şehir meydanına çıkacaktı. Yavaş ve ördek adımlarlarla tören kalabalığını yararak karşı taraftaki postahaneye yöneldi. İçeride yanlız bir memur olduğu için uzun bir kuyruk vardı. beklemek zorundaydı.
Sömürge bölgesinde, Ulu Önder ’e ve bayrağa saygı törenleri senenin üçyüzatmışbeş günü, her şart altında yapılmaktaydı. "Birlik ve beraberliğin. Vatanın bölünmez bütünlüğünün" vurgulandıgı bu törenleri. ulusal ve özel televizyon kanalları izliyor: Ulusal Güvenlik Konseyinin onayından geçen görüntüler halka gösteriliyor ve halk "muzır’ yerleri makaslanan görüntüler sayesinde huzur ve güvenlik içinde yaşamasına devam ediyordu. O nedenle, azınlık yöre halkından olan memurlar, yedikleri teknenin-güzel hatırına amirlerinin sevgi gösterileri eşliğinde tören alanına koşup, kutsal kalabalığı daha da kalabalıklaştırıyorlardı.
Annesine gönderdigi mektubun içine o kızıl renkli mendili koymakta iyi mi etmişti. ? Ya Hasan a gönderdig mektup.? O, nasıl olsa Hasan okumadan birkaç kez açılacak, belki adli tıpba gönderip, nice tahliller sonucu, ne tür senaryolar üretip, reytingleri artsın diye TV’lere ve vatansever gazetelere pazarlanacaktı.
Hamile olduğu postahanedeki kuyrukta da Işe yaramış, birçok genç sırasını ona vererek, fazla vakit kaybetmeden işini bitirmesine neden olmuştu. Postahane önündeki bayrak direğine yaslandı. Başını kaldırarak ay-yıldızlı bayrağa uzun uzun baktı. Acı acı gülümsedi.. Dalgalanan bayrağın kızıllığına sömürge ülkesinin insanının kanının da renk kattığinı korkmadan yazabilecek tarihçiler yetişecekmiydi.? Belki, yüzelliliklerden bugünedek, adları dosyalarda unutulmuş nice "hainlerin" onurları, onların yokluğunda çocuklarına ve torunlarina geri verilecek... Belki. Enver Paşa gibi: Çerkez Etem’ler. Nazımlar, Güney’ler yattıkları o güzelim yerlerden sökülüp. "hainlikleri" resmi ideloglar tarafindan artılmış olarak. siyaset ve sanat bezirganlarının sofralarina, anamalcı düzenin pazarına sürülecek. Böylece tarihle barışmış", Vahdettin’lerin ruhuyla Orta-doğuya sultan, Çin Settine Han olacaklar. Bana’da memetcik köşe yazarları, " Hain bir kadin." la başlayan başlıklar atıp. küfür dağarcıklarını dökecekler. Ekranlarının tanrıçaları. dolar yeşili kameralar beni görüntülerken, tahtlarından. aç halka bakar gibi bakacaklar belki de..
Tören bandosunun tam yanındayım şimdi. kimseler şüphelenmedi durumumdan.. Yaklaşmalıyım, yaklaşmalı. Hele o ülkenin en büyük metrosunun loş ve kuytu meyhanelerinde sosyalist, entellektüel kalem ve aydınlar anason ve nikotinle yıkanmış nefeslerini kristal kadehlere yapıştırarak . "yazık olmuş. pek genç ve de güzel bir yaratık.. Azizim, anlamıyorum hangi psiko-sosyo nedenler insanı bu çılgınlığa sürükleyebilir" gibilerinden bir takım sezinlemelerde bulunacak ve masa üzerindeki vıcık vıcık dergilere kapak olmuş medyatik ünlülerin sanatsal suluetlerine bakacaklar içleri çekip.. Ve içlerinden bir doktor diplomalısı çıkıp, konu üzerinde uzunca bir felsefik nutuk çektikten sonra "alkış istemedigini" belirterek, görevini yerine getirmenin verdiği yürek huzurlugu içinde, yerine oturup, votkasını yudumlamağa devam edecek. Belki. Galatasaray Lisesi önünde beklesen Cumartesi anasının yüreğine bir sancı girecek, gazete sayfalarındaki vesikalık resmime dalıp dalıp gittiğinde kaybolmuş kızını her anışta. Belki, uzakta tutsak bir ilin beton duvarları arasındaki sancılı bir ses, gönderilmiş kına kokuiu mendili koklayarak sessiz ve kana kana ağlamanın ilk kez hafifliğini hissedecek, yarılmış yüreğinde.
Tam şu babayiğit çavuşa sarılmalıyım koşarak, bayrağı göğsünde katlayana; sımsıkı, bin yıllık dost gibi.. Uçmalıyız onunla göndere, ayrı ayrı ülkelerde ayrı ayrı yürekler yarılmalı; kan ve kavga içinden barış fışkırmalı; kardelenier gibi sarmalı karanlığı. Hep birlikte dingin bir sonda buluşmalıyız..
Patladı şiddetli bir tokat karanlığin yüzüne.. Bu ne müthiş güzellik be hey.. Çatladı karanlık, açıldı mavi gökyüzü.. işte orada Mazlum, şurada Pir.. bu ne müthiş sevgi heyy.. ölür ölürde dirilirmiş insan böylesi sevginin kucağında bin kez..Şimdi düşünmüyorum. ne gülüyor: ne de konuşuyorum.. Benim adıma konuşuyor ve yazıyorlar. benden izin almadan, adımın önüne bir azanını yücelten bir yığın tabirler ekleyerek, halkımı küçültmeye çalışıyorlar.. Ve bunu, vatanseverlik olarak algılıyorlar. Cuma anaları sizler, sevdiği yitirilmiş sevgiller, sizler beni anlayınca bu kör duğüm çözülecek oysaki. Ben, sizinle birlikte yaşamıyorum: ancak. görüyorum sizleri. Kaldırımda görüp, yön değiştirseniz de: otobuste trende. her yerde ben varım; şu satır aralarında bile... Isterseniz açın üçüncü gözünüzü uzaya doğru; isterseniz koşalım çok bilinmeyene; kuyruklu bir yıldız misali ve buluşalım mı sevdalı maviliklerde?
5.0
50% (1)
4.0
50% (1)