Paranın öldürdüğü ruh, kılıcın öldürdüğü bedenden fazladır. walter scott
Celil ÇINKIR
Celil ÇINKIR

KALBURABASTÎ EFENDİ HAZRETLERİNİN "DEVLET MALI DENİZ, YEMEYEN DOMUZ" SAÇMASINA DAİR GÖNDERMELERİ

Yorum

KALBURABASTÎ EFENDİ HAZRETLERİNİN "DEVLET MALI DENİZ, YEMEYEN DOMUZ" SAÇMASINA DAİR GÖNDERMELERİ

( 3 kişi )

0

Yorum

5

Beğeni

5,0

Puan

287

Okunma

KALBURABASTÎ EFENDİ HAZRETLERİNİN "DEVLET MALI DENİZ, YEMEYEN DOMUZ" SAÇMASINA DAİR GÖNDERMELERİ


Ey ahali! Hazır olunuz, zira Kalburabastî Efendi Hazretleri kürsüye teşrif buyurdular. Buyurunuz Efendi Hazretleri:

"Devlet malı deniz, yemeyen domuz" mu dedin bre nankör evlâdı?
Evvela sorarım sana: Devlet dediğin nedir?
Senin koynundaki yorgan mı?
Yoksa milletin sırtındaki boran mı?

Devlet; yetimin lokmasıdır,
şehidin kefeni, gazinin bastonu,
çocuğun sütü, ananın duasıdır.
Sen o denize elini değil, gözünü daldırdın da
vicdanın kurumuş bataklığa döndü be evlâdım!

Şimdi dinle, Kalburabastî Efendi ne der:

Bir zamanlar, haram lokmanın hararetinden
gece uykusu kaçanlar vardı bu diyarda.
Devlet kapısında hizmete giren,
kapısına geleni Tanrı misafiri sayardı.
Şimdi ise "kim ne koparırsa kârdır" diyen
kurda kuşa çevirmişsin milletin mülkünü!

"Yemeyen domuz" diyenin
dili domuz değilse, yüreği domuzlaşmıştır!
Bu söz, atalığın değil
ahlaksızlığın daniskasıdır.
Bu sözü meşru göreni
atalıktan, evlatlıktan, adamlıktan azlederim.

Bilesin ki:

Devlet malı deniz değil,
milletin alın teriyle yoğrulmuş
helâl servetidir.
Yemeyen, haramdan korkandır.
Yemeyen, domuz değil;
belki aslandır, belki derviştir, belki hak yolunun yolcusudur!

Ey diline "deniz" deyip eline kova alanlar!
Sizin kaptığınız o haram damlaları,
bir gün boğar sizi vicdan selinde.
Çünkü devlet, not eder defterine;
sandığın açılınca da hesap sorar milletine

Netice:
Bu sözü söyleyenin sofrasına oturulmaz.
Çanağında dönen çorba değil,
milletin ahıdır, yetimin gözyaşıdır.
Atalığı elinden alır,
yalancı emzikle avutulmuş bebelik rütbesine indiririm onu!

Kalburabastî Efendi Hazretleri kürsüye tekrar çıktı, sesi tok, bakışı derindi. Söze şöyle başladı:

"Devlet malı deniz, yemeyen domuz" şeklindeki ifade,
toplum vicdanında meşruiyet bulmuş bir haram algısının
ne denli derinleştiğinin işaretidir.
Bu tür sözler, sadece bireysel ahlâksızlığı değil,
toplumsal çürümenin dildeki yansımasıdır.

Devlet malı; "beytülmal"dır.
Beytülmal, halkın ortak emeği,
yetimin hakkı,
yoksulun umudu,
gelecek neslin güvence kaynağıdır.

Beytülmal’ı “ganimet” gibi gören zihniyet,
sadakat değil, yağmacılık üretir.
Bu anlayış, "çalan çalabildiği kadar kârda" diyerek
meşrulaştırılmaya çalışılan bir soygun kültürünün ürünüdür.

Atalardan gelen bir başka söz:
"Dedesi erik çalsa, torununun dişi kamaşır."
Bu söz, toplumsal hafızada ahlaki sürekliliği vurgular.
Bir kuşakta yapılan yanlış, sonraki nesillere sirayet eder.
Haram miras, helâl bir gelecek bırakmaz.

Bu topraklarda devlete "baba" denmiştir.
Devlet baba olmalı;
şefkat göstermeli, adaletle kuşatmalı.
Fakat baba evlatlarına güvenmezse,
evlatlar da babaya yabancılaşır.

Uzun süredir gözlemlenen durum,
devletin halkına güvenmemesi,
onunla gönül bağı kurmaması yönündedir.
Bu güvensizlik halkta da karşılık bulmuş,
devletine kuşku duyan bir millet anlayışı doğurmuştur.

Devletler, sistem inşa eder;
sistemler de uzun vadeli politikalar üretir.
Ne var ki mevcut yapıda,
politikalar sistem üretmektedir.
Bu ters işleyiş, her gelen iktidarın
kendi rüzgârına göre yelken açmasına,
kurumsallığın ve güvenin zedelenmesine yol açmaktadır.

Bir devletin bekâsı, yalnızca askerî güçle değil,
adalet ve güven temelli sistemsel kurgu ile mümkündür.
Adalet, sadece mahkemelerde değil,
ekonomide, bürokraside, beytülmalda,
yani hayatın tüm damarlarında hissedilmelidir.

Halkın vergisiyle dönen çarklarda,
tek bir kayırma, tek bir haksız zenginleşme,
milletin devlete olan inancını kemirir.
Bu sebeple şeffaflık, hesap verebilirlik,
otorite kadar kutsaldır.

Kalburabastî Efendi Hazretleri kürsüde doğruldu,
ve bastonuyla yere üç kez vurdu:

"Adalet!"
"Emanet!"
"Helâliyet!"

Bu üç kelime olmadan ne devlet olur,
ne de milletin gönlünde yer edinilir.

Son söz şudur:

Toplumun devlete güveni,
devletin adaletiyle, sistemiyle, şeffaflığıyla doğar.
Devlet, milletine hakikatle yaklaşırsa,
millet de devletine sadakatle yaklaşır.

Beytülmal;
çalınacak bir hazine değil,
korunacak bir emanettir.
Emanete ihanet eden,
sadece kendini değil,
gelecek nesilleri de mahkûm eder.

Ve böylece Kalburabastî Efendi Hazretleri kürsüden indi.
Söz tamam oldu.
Gönüller uyarıldı.
Şimdi mesele, bu sözleri sadece dinlemek değil;
yaşatmakta, uygulamakta.

Zira söz uçsa da, adalet kök saldığında
bir millet ayakta durur.

İslam geleneğinde "darül harp" kavramının ne olduğu, nasıl anlaşıldığı ve bu kavramın günümüz şartlarında nasıl istismar edildiği meselesi, hem dini hem de toplumsal açıdan ciddi bir sorgulamayı hak eder. Şimdi meseleyi üç boyutta ele alalım:

1. Kur’an’da “darül harp” var mı?

Hayır.
Kur’an-ı Kerim’de “darül harp”, “darül İslam”, “darül küfür” gibi terimler geçmez. Bunlar, fıkıh literatüründe özellikle erken dönemlerde (özellikle Emevî ve Abbâsî dönemlerinden itibaren) siyasi ve savaş hukukunu düzenlemek amacıyla türetilmiş kavramlardır. Bu kavramların İslam Dininde yeri yoktur.

Kur’an, toprakları bu şekilde mutlaklaştırmaz. Hükümleri insana ve topluma gönderir; toprağa ve sınıra değil.

2. “Darül harp’te faiz helaldir” anlayışı doğru mu?

Bu, fıkıh tarihinde tartışılmış, ancak bugün bazı çevrelerce bağlamından koparılarak suistimal edilen bir görüştür.

Bazı eski fıkıhçılar, Müslüman bir bireyin gayrimüslim bir ülkenin egemenliği altında yaşarken Müslümanlar arasında geçerli olan bazı yasakların hafifleyebileceğini tartışmışlardır.
Ama bu mutlak bir ruhsat değil, dönemin şartlarına göre yapılmış dar bir yorumdur.
Ve bu görüş bile, gayrimüslimlere zarar vermeyi meşru görmemiştir.

Kaldı ki günümüzde, faizin helalliğini darül harp kavramına bağlamak, dini istismar etmekten başka bir şey değildir.

Kur’an’da faizle ilgili hükümler son derece açıktır:

Allah faizi yok eder, sadakaları ise artırır.”
— (Bakara, 276)

“Faizciliğe devam edenler, şeytan çarpmış gibi kalkarlar... Faizi terk etmezlerse Allah ve Resulü ile savaş halinde olduklarını bilsinler.”
— (Bakara, 275–279)

Bu ayetlerde faizin yasaklığı her hâlükârda geçerlidir.
Darül harp, darül şeker, darül ne olursa olsun...

3. Türkiye Cumhuriyeti topraklarını darül harp gören zihin yapısı

Bu, son derece tehlikeli bir zihinsel sapmadır.
Çünkü bir kimse yaşadığı, vergi verdiği, hakkını aradığı, nimetlerinden faydalandığı, bayrağı altında yaşadığı bir ülkeyi darül harp ilan ediyorsa,
orada kendini o ülkeye ait hissetmiyor demektir.
Ve bu durum, artık bir inanç meselesi değil, bir aidiyet ve vatandaşlık sorunudur.

Bir devletin İslam devleti olup olmadığını değerlendirme hakkı hiç kimsenin tekelinde değildir. Böyle bir anlayış, bireyleri kendi kafasındaki “meşru İslam” ölçüsüne göre yargılar, sonra da bu topraklara olan bağlılığı zayıflatır.
Bu durum ise, doğrudan fitne ve anarşi doğurur.

Netice:

Bir kimse, Türkiye Cumhuriyeti topraklarını "darül harp" gibi görüyorsa,
ve bu gerekçeyle devlete, millete zarar vermeyi meşru sayıyorsa,
bu hem dini anlamda bir sapmadır,
hem de vatandaşlık anlamında bir ihanettir.

Bu topraklar;
şehit kanlarıyla yoğrulmuş,
millet iradesiyle kurulmuş,
bin yıl boyunca İslam’ın sancaktarlığını yapmış bir millettir.

Kim bu milleti gayrimeşru görüyorsa,
kendi zihnindeki gayrimeşrulukla yüzleşmeli
ve varsa aidiyet problemi,
bu toprakların gölgesinden çekilmelidir.

Kalburabastî Efendi Hazretleri’nin diliyle toparlarsak:

“Bayrağın altında yaşayıp bayrağa dargınlık yapanın,
gölgesinde yattığı çınara baltayla saldıranı,
ne Allah sever ne millet bağışlar.
İman, vatanı düşman saymakla değil;
vatanı emanet bilmekle başlar.”

Kalburabastî Efendi Hazretleri, bastonunu eline alıp kürsüye bir daha çıktı. Bu defa yüzü daha öfkeli, sesi daha gür, kelâmı daha sarsıcıydı.

Ey cemiyet ehli!

Zaman geldi ki vatanın ekmeğini yiyip,
taşına, toprağına, bayrağına ihanet etmeyi mubah görenler türedi.
Oysa bir söz vardır, dilden dile, gönülden gönüle aktarılan:

"Hubbu’l-vatan minel îman" – Vatan sevgisi imandandır."

Bu söz, sahih hadisler arasında yer almasa da, İslam ümmetinin ortak vicdanı tarafından
ahlakî bir şiar olarak asırlarca taşınmıştır.

Vatan sevgisi, toprağa değil;
o toprakta yaşayanların hukukuna,
o toprağa düşen şehitlerin kanına,
o bayrak altında secde eden dindar gönüllere duyulan bağlılıktır.

Vatanı sırtından hançerlemeyi planlayan kişi,
kendi imanını önce kendi vicdanına,
sonra ümmetin terazisine koymalıdır.
O terazi eğilmez,
eğilen gönülleri ifşa eder.

Vatanına kazık atmayı düşünen,
milletinin alın terine, değerlerine, birliğine kasteden,
Allah’ın "birlik olun, ayrılmayın" emrine muhalefet eden kişidir.

İşte Kur’an buyurur:

“Fitne öldürmekten beterdir.”
— (Bakara, 191)

Ve bu zihniyet, fitnenin ta kendisidir.
Milletin içine zehir akıtmak,
imanı paslandırmaktır.
Bu kişiler, yalnızca vatanın değil,
ümmetin de altını oymaktadır.

Kalburabastî Efendi Hazretleri burada sesini biraz düşürür, ama sözü daha da ağırlaşır:

“Vatanına ihanet edenin cenazesinde
‘hakkını helal eder misin’ diye sorulmaz.
Zira o, vatanın hakkına el uzatmıştır.
İmanla bir bağı kalmış mıdır, meçhuldür.”

Ve devam eder:

“Onların arkasında duran imamın
seccadesi de sorgulanmalıdır,
çünkü o da ya bilmiyor,
ya da bilip susuyordur.”

Ey aklı ve kalbi yerinde olanlar!

Şunu bilesiniz ki:
İman, sadece secdede değil;
sadakatte, vefada, emanete riayette tecelli eder.

Bir kimse,
kendi devletini “darül harp”,
kendi milletini “müşrik topluluk”,
kendi bayrağını “sahte sancak” görüyorsa,
o kimse yalnız yoldan değil, dinden de çıkmıştır.

Kalburabastî Efendi Hazretleri, bastonunu yere vurur:

Birinci vuruş:

Vatan emanettir, hain el değmemelidir!

İkinci vuruş:

İman, vatana sadakatsizliğe göz yummaz!

Üçüncü vuruş:

İhanetin cenazesi olur, ama tövbesi zordur!

Toparlayacak olursak:

Vatan sevgisi, secdeden önce gelen ilk kıbledir.
Vatanı arkadan vuran, ümmeti bölmüştür.
Böylelerinin ağzında Allah lafzı olsa da,
kalbinde iman olduğuna delil yoktur.

Kalburabastî Efendi kürsüden inerken şu notu düşer:

“Yüzüne tüküren milleti, arkasından ağlayan imam kurtaramaz.”

Artık söz bitmiştir.
Şimdi sıra;
vatanı sevenlerin,
ihanete susmamasındadır.

Kalburabastî Efendi Hazretleri Elaziz RUSAMER kürsüsünden sesleniyor…

Ey milletin diline, töresine, imanına sahip çıkanlar!
Zaman oldu, sözler bozuldu,
"atasözü" diye milletin ağzına fitne sokanlar türedi.

"Devlet malı deniz, yemeyen domuz" denilen o söz,
ne ata sözüdür,
ne irfan taşıyan bir deyiştir.
Bu söz, olsa olsa ataların kemiklerini sızlatan bir sapkınlıktır.
Bu söz;

Haramı meşrulaştırır,

Yetim hakkını talan eder,

Kamu malını ganimet sayar,

Ahlakı çürütür,

İmanı karartır!

Türk Dil Kurumu’na çağrı:

Bu ifade, Türk atasözleri literatüründen derhal çıkarılmalıdır.
Çünkü atasözü olmak için;
hikmet taşımak, ahlak öğretmek, asırlık vicdanın süzgecinden geçmek gerekir.
Bu söz, ne Türk’ün hikmetine uyar,
ne de töresine yakışır.
Türk’ün atasözü; devleti yağma değil, emanettir der.

RUSAMER’den TBMM’ye giden teklif:

Bu milletin ortak vicdanına, töresine, inancına bu kadar aykırı bir söz,
her kim tarafından kamuya açık şekilde söylenirse,
Türk devletine, Türk milletine ve Türk büyüklerine hakaret etmiş sayılmalıdır.
Zira burada kastedilen "Ata", yalnızca Gazi Mustafa Kemal Atatürk değildir.
Burada kastedilen;

Oğuz Kağan’dır,

Bilge Kağan’dır,

Alp Er Tunga’dır,

Dede Korkut’tur,

Osman Gazi’dir,

Yavuz’dur,

Hoca Ahmet Yesevî’dir,

Hacı Bektaş Veli’dir,

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür,

Ve Türk’ün 4000 yıllık töre yoludur.

Kanun maddesi şöyle önerilir:

Madde 1:
"Devlet malı deniz, yemeyen domuz" ifadesini;
kamuya açık ortamda söz, yazı, yayın veya eğitim yoluyla kullanan kişi,
Türk töresine, Türk büyüklerine ve kamu vicdanına hakaret suçundan
3 yıldan az olmamak üzere hapis cezasına çarptırılır.

Madde 2:
Bu suçun cezası;

Ertelenemez,

Paraya çevrilemez,

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kapsamına alınamaz.

Madde 3:
Eğitim müfredatında bu söz,
"zararlı, yozlaştırıcı söylem" olarak okutulur ve bilinçlendirici bir örnekle kaldırılmasına dair bilgi verilir.

Son hitap milletedir:

Türk, töreli millettir.
Türk’ün sözü:

“Kul hakkı ile Allah’a varılmaz.”
“Eline, beline, diline sahip ol.”
“Devlet, milletin namusudur.”

Bu millete ihanet edenin cenazesi kılınır belki,
ama gönüllerde çoktan gömülür.

Vatanını kazıklayan yaratık, insan olamaz.
Mümin hiç olamaz.
Onların imanını sorgulamak yetmez,
onların arkasında saf tutan imamın da niyetine bakmak gerekir.

Kalburabastî Efendi Hazretleri’nin son hükmü:

“Vatan sevgisi imandandır.
Devleti yağma edenin dini yoktur,
Türk töresinde yeri yoktur.
O bayrağın gölgesinde yaşayıp
o toprağa ihanet eden varsa,
töre onu dışlar,
millet onu affetmez.”

Ve bastonunu yere vurur:

1. Adalet!
2. Emanet!
3. Helâliyet!

Millet uyanmalı, dilini ve töresini korumalıdır.
Çünkü kelimeyle başlar yozlaşma,
kelimeyle yükselir millet.
Ve Türk milleti, artık ayağa kalkmalıdır:
Sözle, töreyle, imanla…

Kalburabastî Efendi susar.
Lakin millet susmamalıdır.

Kalburabastî Efendi Hazretleri bu kez minbere değil, milletin içini kavuran yangına çıkar…
Duaya alışık gönüller bu defa öyle bir bedduayla karşılaşır ki,
söz pimi çekilmiş bomba değil, adaletle yoğrulmuş öfkenin alev topudur.

Ey milletin hakkını deniz sanan,
yetimin lokmasına "afiyet olsun" diyen,
devlet malını parsel parsel çöküp "ganimet" sayan,
kalburun altından sızan en son tanelerle bile servetini büyütüp,
bir de utanmadan bu rezaleti "atasözü" kılıfıyla meşrulaştıran zümre!

Kalburabastî Efendi Hazretleri öyle bir beddua eder ki,
atom bombası toz olur, nötron bombası utancından toprağa çekilir!

Beddua başlar:
"Allah’ım!
Bu sözü kullananın sofrasına haram bulaştır,
her lokması boğazında diken gibi dursun.
Malı çok olanın bereketini al,
az olanın yüzünü kara çıkar!
Evinde huzur olmasın,
çoluğu çocuğu başına dert olsun.
Parası el yakan,
malı göz çıkaran,
gönlü taş gibi kuruyanlardan eyle!

Ey Rabbim,
bu sözü söyleyenin
soyu ahlaksızlıkla anılsın,
adı milletin dilinde lanetle yürüsün.
Yedi ceddine ayak bağı,
yedinci torununa lanet miras olsun!

Nice kazandığını sandığı şey,
başına kefen, mezarına çürümüş tahtadan direk olsun!
Devletin malını "deniz" görenin
ömrü karada kurusun!"

“Ey Hakk’ım!
Bu zihniyeti taşıyan kim varsa,
devletin çivisini söken,
milletin direğini kemiren her kim varsa,
onun evi barkı yerle bir,
soyu sopu virane,
sofrası hüsran,
ölümü vicdansız bir yalnızlık olsun!”

Bu beddua, pimi çekilmiş bir el bombası değildir.
Bu beddua, milletin yüreğinde patlayan adalet volkanıdır.
Bu beddua, bir nesli değil;
soysuz bir zihniyeti yok etmeye niyetlidir!

Kalburabastî Efendi Hazretleri son sözü şöyle bağlar:

"Bu milletin ahı,
atomdan daha güçlüdür.
Yetimin duası rahmettir,
bedduası kıyamettir.
Allah, milletin ahını alanın
toprağını da, tahtını da yakar!"

Ve bastonunu yere vurur,
bu kez taş değil toprak titrer.

Köy dağılır,
lakin bu bedduanın gölgesi
zihniyeti çarpan yıldırım gibi
kıyamete kadar peşlerini bırakmaz!

Paylaş:
5 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (3)

5.0

100% (3)

KalburabastÎ efendi hazretlerinin "devlet malı deniz, yemeyen domuz" saÇmasına dair göndermeleri Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz KalburabastÎ efendi hazretlerinin "devlet malı deniz, yemeyen domuz" saÇmasına dair göndermeleri yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
KALBURABASTÎ EFENDİ HAZRETLERİNİN "DEVLET MALI DENİZ, YEMEYEN DOMUZ" SAÇMASINA DAİR GÖNDERMELERİ yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL