1
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
224
Okunma

Adam Phillips’in “Kaçırdıklarımız” kitabı üzerine bir deneme
Hayat, yaşanmışlıklarımız kadar, yaşanmamışlıklarımızdan da oluşur. Hatta belki daha çok onlardan. Psikanalist Adam Phillips’in ifadesiyle, her bireyin içinde bir “başka ben” daha yaşar: yaşanmadığı hâlde varlığını sürdüren hayatın hayaleti. Kaçırdıklarımız tam da bu hayaletin izini süren bir kitap: Yaşanmamış hayatlara bir övgü, bir matem tutuş, belki de bir sığınak.
Phillips’in metni, arzunun özünde daima bir eksikliği barındırdığını ve insanın kendini çoğunlukla bu eksiklik üzerinden tanımladığını ileri sürer. Fakat burada arzunun nesnesi yoktur ya da tam olarak bu noktada arzunun kümülatif travması başlar. Çünkü arzunun tarihi, aynı zamanda kaçırılmış ihtimallerin tarihidir. Yaşanabilecek ama yaşanmamış, seçilebilecek ama seçilmemiş, başlanabilecek ama başlanmamış hayatların çetelesi tutulmaksızın içimizde birikir. Her biri bir “ben” ihtimali olarak iç dünyamıza kaydolur ve zamanla kimliğimizin sessiz ama etkili bir parçası hâline gelir.
Freud, arzunun kökeninde daima bir kaybın, bir eksikliğin olduğunu söylerken, Lacan bu eksikliği yapısal bir konuma yerleştirir. Lacan’a göre arzu, “Öteki’nin arzusudur” yani hiçbir zaman tamamen bize ait olmayan, her zaman başkasının bakışıyla şekillenen bir dürtüdür. Arzunun nesnesi (objet petit a) asla elde edilemeyen, eksikliğin temsilcisidir. Bu nesneye ulaşma arzusu ise öznenin benliğini inşa ederken aynı zamanda onu bölünmüş ve asla tamamlanamayacak hâlde bırakır.
Phillips’in “yaşanmamış hayat” kavramı, Lacan’ın eksiklik ve arzu yapısı düşüncesiyle doğrudan kesişir. Çünkü kaçırdığımız hayatlar, sadece geçmişin tesadüfleri değil; bilinçdışı arzularımızın, bastırmalarımızın ve Öteki’nin gölgesinde şekillenmiş benlik senaryolarımızın ürünüdür. O hayatları “bilinçli olarak” seçmemiş değiliz sadece; çoğu zaman o hayatlar, arzunun diline hiç çevrilmemiştir.
Lacan, arzunun tatmin edilemeyecek bir yapıda olduğunu savunur. O hâlde Phillips’in yaşanmamış hayata yaptığı övgü, bu tatminsizliğe karşı bir direniş değil, onu kabul etme cesaretidir. Kaçırdıklarımız, öznenin Lacancı bölünmüşlüğüyle barışma çabasıdır belki de: "Ben" dediğimiz şey, her zaman bir başka “ben” olasılığı üzerinden tanımlanır. Arzunun yöneldiği her nesne, aslında başka bir eksikliği örter. Ve insan, kaçırdıklarıyla tam da bu nedenle “daha fazla insan” olur: çünkü tamlık bir yanılsamadır, eksiklik ise yapısal bir gerçektir.
Arzunun kümülatif travması, geçmişte yaşanmamışların toplamı değil sadece; her şimdiki anda, başka bir hayatın mümkün olabileceğine dair duyulan acı ve tuhaf bir hazdır. Bu bağlamda Kaçırdıklarımız, psikanalizin öznesine dair söylediklerini poetik bir dille yeniden dillendirir: Olasılıkların insanıdır özne; ve her gerçekleşme, başka bir gerçekliğin iptaliyle mümkündür. Lacan’ın dediği gibi: “Arzu, öznenin eksikliğinin adıdır.” Ve Phillips’in önerisi şudur: Eksikliğe direnme, onu duy. Çünkü yaşanmamış hayatlar, yaşanmış olanın değerini anlamlandıran yankılardır.
İnsan trajedisinin en derin boyutlarından biri budur: Seçtiklerimizle değil, seçemediklerimizle kuşatılırız. Bu anlamda arzunun travması sadece yoksunluktan değil, sınırsız olasılıkların içinden geçip gitmenin huzursuzluğundan doğar. Phillips’in önerisi, bu yaşanmamışlıklarla savaşmak değil, onlarla bir barışma dili geliştirmektir. Çünkü insan, ancak yaşamadığı hayatlara saygı duyarak yaşadığı hayatı gerçekten sahiplenebilir.