0
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
269
Okunma

Kırık Zamanlar Atlası
(Kazım Demir)
Hiç kimse sana, kalbinin de pas tuttuğunu söylemez.
Ve sen, bir sabah uyanırsın — aynadaki yansımana yabancı bir isyanla.
Dünyayı terk etmiş bir saat gibiydi Zinar.
Zaman onda hep gecikir, sözcükler bir çığlık gibi damakta kururdu.
Yalnızlığını cebine koymuş, mevsimleri susarak geçiren bir adamdı.
Ama bir gün, susmanın ağırlığı onu bükmedi — yaktı.
İstanbul’un arka sokaklarında yürüyordu o gün.
Bir duvar yazısı durdurdu adımlarını:
“Tanrı susmuşsa, sen bağır.”
O cümleyi aldı, cebine koydu.
Ve o gün kendini inkâr etti.
Zinar artık kendine bile suskun değildi.
Boş bir ev buldu.
İçerisi, terk edilmiş hayallerle doluydu.
Duvarlarda nem, köşelerde kurumuş güvercin izleri.
Camdan dışarı baktı.
Dünya, üstüne çöküyordu.
Ama o çöküşten bir şiir çıkarmaya niyetliydi.
Çünkü Zinar, artık bir kelimeye değil, bir suskunluğa yazıyordu.
Bir masa buldu.
Üstüne şu cümleyi kazıdı bıçakla:
“İnsan, bazı cümleleri mezar taşı niyetine kurar.”
Kalem bulamadı.
Parmaklarını kesip kendi kanıyla yazmaya başladı.
Ve her harfte biraz daha insana benziyordu.
Gece bastırdığında, pencereden sarkan gölgelerle konuşmaya başladı.
Her gölge bir yüzdü, her yüz bir yalandı.
Ama içlerinden biri suskundu.
İşte o suskun gölgeye âşık oldu Zinar.
Adını da koydu: “Hiçkimse.”
Hiçkimse’yle saatlerce konuştular.
Zinar, ona bir gün şunu dedi:
“İnsan bazen o kadar çoğalır ki içinde, kendine bile yer kalmaz.”
Ve o gece, bütün aynaları kırdı.
Her kırık parçada başka bir yüz buldu.
Biri çocukluğuydu.
Biri terk eden annesiydi.
Biri hiçbir zaman sarılamadığı bir ağaçtı.
Ve biri kendisiydi — hiç tanımadığı hâliyle.
Sabah olduğunda ev yoktu.
Sokaktan geçen biri, bir duvarın üstüne kazınmış şu cümleyi fark etti:
“Beni bulmak istiyorsan, susmayı öğren.”
Ama Zinar hiç konuşmadı ki…
Annesinin cesedi hâlâ odadaydı.
O kokuya bile alışmıştı artık.
İnsanın yalnızlığa alışması gibi —
çürümeye de alışılıyordu demek ki.
Odaya hiç girmemişti.
Kapı, ölümü mühürleyen bir duaydı onun için.
Bazen gece, o kapının önünde oturur,
gözlerini tavana diker,
ve bir ölüyle saatlerce susardı.
Çünkü bazı suskunluklar,
iki diri arasında değil,
biri çürürken yaşanırdı.
Bir gün aynalardan birinde
annesinin yüzünü gördü.
Ama çocukken bildiği hâliyle değil —
kırılmış, bozulmuş, susmuş bir yüze benziyordu.
O an anladı:
İnsan bazı sevdiklerini
hatıralarında bile mezara gömermiş.
Zinar çürüyen yalnızlığını şiire çevirmeye devam etti.
Her dize bir direnişti,
her kelime bir itiraftı.
Ve en sonunda şunu yazdı evin kapısına:
“Ben, bir ölünün cenazesini yıllarca içimde taşıdım.”
Sonra, odanın kapısını açtı.
Koku dışarı taştı.
Ama Zinar içeride kalmaya devam etti.
O gün o kapıdan yalnız koku değil,
vicdan da dışarı taştı.
Ve Zinar ilk defa ağladı.
Ağlamayı bile unutmuştu oysa.
Ama gözyaşı, sessizlikten daha gürültülüydü o evde. “Evet ben bir katildim bana sebep sormayın bende bir ölüydüm” Zinar yazıyı kanıyla duvara yazarken derin bir sesizlik vardı odada…
5.0
100% (3)