2
Yorum
11
Beğeni
5,0
Puan
242
Okunma
Orman sabah rüzgârıyla uyanmıştı. Dalları hafif hafif sallanıyor, kuşlar dallarında cıvıldıyordu.
Tilkiler, sincaplar ve köyün keçileri özgürce koşuşturuyor, her canlı o günün huzuruna sığınıyordu.
Ama öğle vakti, bir izmarit yere düşüverdi.
Küçücük bir kıvılcım, önce bir yaprağa, sonra bir dala, ardından bütün ormana yayıldı.
Rüzgâr ateşe kanat taktı. Ağaçlar birer birer feryat etmeye başladı:
“Yanıyorum, beni kurtarın!”
Kuşlar çığlık çığlığa göğe yükseldi.
Tavuklar, inekler köy yoluna sürüldü.
Çocuklar ağlıyor, dualar göğe yükseliyordu.
Ormancı baltasını değil, yüreğini aldı eline.
İtfaiyeciler suyu, AFAD yetkilileri planlarıyla koştu yardıma.
Köylüler elleriyle su taşıdı, gözyaşlarıyla toprağı ıslattı.
Herkes bir umutla koşarken, bir yanda da öfke vardı:
“Kimdi o piknik ateşini söndürmeyen? Kimdi o anızı yakan? Kimdi bu ormana kıyan?”
Ama orman sustu.
Çünkü orman suçlu aramıyordu, sadece yeniden nefes almak istiyordu.
“Beni koruyun,” dedi sessizce.
“Yeniden yeşeririm, ama sizin kalbinizde açılan yara kolay kolay kapanmaz.”
Ateş söndüğünde, geriye yanık kokusu ve siyah gövdeler kaldı.
Çocuklardan biri, elleri kömür karası, toprağa küçük bir fidan dikti.
Ve orman o anda gülümsedi.
“Belki yeniden başlarız,” dedi.
“Belki bir gün, beni gerçekten seversiniz.”
5.0
100% (6)