1
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
164
Okunma
Distopya, ütopyanın tersi. İdeal bir düzen yerine, ideal olmayan bir düzene karşılık geliyor. Distopya anlatıları genelde günümüzdeki bizlere uyarı niteliğinde oluyor ya da korku uyandırmayı amaçlıyor. Otoriterlik eleştirisi baskın. Neler oluyor distopyalarda? Örneğin, işçiler yeraltında, patronlar yer üstünde yaşıyor. Suçlar işlenmeden saptanabiliyor; olağan şüpheliler suç işlemeden cezalandırılıyor. Kaynaklar bitmiş, dünya yaşanmaz duruma gelmiş. Dünya ıssız bir çöl olmuş, elektrikler temelli olarak gitmiş ya da bir Buz Çağı gelmiş, hayatımızın tam ortasına yerleşmiş. Toplum bir laboratuvar olmuş, insanlar üstünde toplu deneyler yapılıyor. Herkese uyuşturucu bir ilaç içiriliyor; içmeyenler aydınlanıp sisteme tehdit oluyorlar. Aslında bir bilgisayar programının içinde yaşıyormuşuz, her şey kurguymuş. Yapay zeka dünyayı ele geçirip insanları (ki kimi anlatılarda ‘karbon-temelli organizma’ denerek aşağılanır) kölesi yapmış. Artık çocuk doğmamaktadır; bu da insanlığın soyunun tükeneceği gerçeğini ortaya çıkarır. Başka bir anlatıda kitaplar, güzel sanatlar, hatta düşünmek yasaklanmıştır. Bir virüs ya da maymunlar dünyayı ele geçirir. Genelde bu anlatılarda, iki eğilim öne çıkar: Doğal değişimlerin konu alınması (Buz Çağı gibi) ve toplumsal değişimlerin işlenmesi (bkz. Olağan şüpheliler örneği). Açıkçası birinciler daha klişe duruyor; ikinciler daha ilginç.