0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
135
Okunma
İnsan varlığı, hem fiziksel hem de psikolojik yönleriyle sınırlı bir yapı arz eder. Bu sınırlılık, insanı zorluklar karşısında aciz bırakır ve onu yardım arayışına yönlendirir. Bu yardım arayışının en saf biçimi, insanın fıtratında var olan Allah’a yöneliş meyliyle gerçekleşir. Ancak bu yöneliş, her zaman içten ve bilinçli bir teslimiyetin sonucu olmayabilir. Kur’an-ı Kerim, bu konuda dikkat çekici örnekler sunar ve insanın çelişkili halini gözler önüne serer. Özellikle Ankebût ve İsrâ surelerinde, insanın acizlik anlarındaki yönelişi ile refah anlarındaki kayıtsızlığı arasındaki uçurum vurgulanır. Ankebût Suresi 65. ayetinde geçen gemi ve deniz unsurları, insanın kontrolü dışında gelişen olayların sembolüdür. Denizde fırtınaya yakalanmak, insanın mutlak aczini fark ettiği bir anı temsil eder. Bu an, insanın kendi gücünün sınırlarını kavradığı ve bir “üst güce” yönelme ihtiyacı duyduğu andır. Dua, bu yönelişin dışa vurumudur; ancak ayetin devamında insanın tekrar karaya çıkınca Allah’ı unutması, bu duanın samimi değil, pragmatik olduğunu gösterir. Kur’an, insanın Allah’a yönelişinin çoğu zaman çıkar temelli olduğunu vurgular. Kur’an Allah’a sadece geçici ve yüzeysel bir yönelişin, gerçek iman ve teslimiyet anlamına gelmeyeceğini ortaya koyar. Allah’a sığınmak, sadece “güvenlik arayışı”na indirgenemez. Kur’an’ın vurgusu, insanın Allah’a sadece çaresizlikte değil, refah zamanlarında da yönelmesi gerektiğidir. Bu tür pragmatik yönelişler psikolojide de gözlemlenmiştir. “Foxhole atheism” (siper ateizmi) terimi, savaş alanında ölümle yüzleşen ateistlerin dahi “Tanrım, yardım et!” gibi refleksler sergilemesini tanımlar. Şiddetli korku, doğal afetler ya da ölüm tehdidi gibi durumlar, bastırılmış ilahi yönelişi yüzeye çıkarır. Bu da gösterir ki, insan fıtraten Allah’a yönelmeye meyillidir. Ancak bilinçli zihin, bu meyli bastırabilir. Zorluk anı, bu bastırmanın gevşediği ve fıtrî yönelişin ortaya çıktığı andır. Kur’an’a göre inkârcı, doğuştan imansız değil, fıtratını örten bir kişidir. Bu, inkârcının Allah’ı tanıma kapasitesine sahip olduğunu, ancak bu kapasiteyi bastırdığını gösterir. Acizlik anı, bu bastırmayı aşındırır. Ancak inkârcının Allah’a yönelmesi, çoğu zaman kalıcı bir teslimiyete dönüşmez; çünkü bu yöneliş, yine çıkar temellidir. Kur’an, müşriklerin Allah’a inanmasına rağmen O’na doğrudan yönelmediklerini bildirir. Bu yaklaşım, Allah ile insan arasına aracılar koyma ihtiyacının sonucudur. Aynı anlayış, günümüzde Allah’ın vahyinin yetmediğini düşünen, ek kaynak ve yorumlarla dini anlamaya çalışan zihin yapılarında da sürmektedir. Bu, Allah’a güven eksikliğinden ve doğrudan teslimiyetin reddinden kaynaklanır. Kur’an, yalnızca zorlukta değil, refah zamanlarında da Allah’a yönelenleri över. Bu, imanın samimiyetinin bir ölçüsüdür. Gerçek mümin, Allah’a olan güvenini sadece ihtiyaç anlarında değil, her durumda gösterir. Böyle bir iman, çıkar gözetmeksizin Allah’a bağlı kalmayı ve O’na teslim olmayı gerektirir. İnsanın Allah’a sığınışı, onun fıtratındaki ilahi yönelişin bir yansımasıdır. Ancak bu yöneliş, sadece tehlike anlarında gerçekleştiğinde samimiyet sorgulaması doğar. Kur’an, insanın acizliğini fark ederek Allah’a yönelmesini olumlar; ancak bu yönelişin kalıcı teslimiyete dönüşmesini ister. Zor anlarda yapılan dualar, sadece “bedensel kurtuluş” içinse ve sonrasında Allah unutuluyorsa, bu yöneliş sahici değildir. Gerçek iman ve sığınma, hayatın her anında Allah’a güvenmek ve yalnızca O’na dayanmakla mümkündür. “Gemiye tekrar binene kadar” değil, karada da denizde de, darlıkta da bollukta da Allah’a yönelen bir yürek, Kur’an’ın övdüğü mümin kalbidir.