0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
134
Okunma
Allah latiftir...
Hz Ademe cenneti lütfundan vermişti...ama yasak meyveye yaklaştı hzAdem lütüf yok oldu...şükürdür yasak meyveden kaçmak da...esmaya kul olmak da...Nükler üretmedik nankörüz...esmaya sığınmamak da nankörüktür...
İnsan teknoloji üreten bir varlıktır...
İnsana bilmedikleri vahyedildi...Arıya da bal sanatı öğretildi..
Nahl/14: Taptâze et yemeniz ve inci, mercân gibi takınacağınız süs eşyaları çıkarmanız için denizi hizmetinize veren de O’dur. Sen, gemilerin denizde suları yara yara gittiğini görürsün. Bütün bunlar, Rabbinizin lutfundan nasibinizi aramanız ve verdiği nimetlere şükretmeniz içindir.
Allaha şükredelim...denizi de emrimize hizmetimize sokmanın bilgisine eriştik...Allah latiftir...
Allah yarattıklarının ihtiyaçlarını lütfetti...bilmediklerimizi aklımızla erişemeyeceğmiz esmalarını öğreti...esmalar bu vrlığın esaslarıdır...ölçü verdi aklımıza...yaşanmış hikayelerle sünnetullahı OKUTTU...
Allah latiftir...şükredelim Nankördü aklını kullanmayan Kur’anı doğru anlamayagayret etmeyen de nankördür...esmaları ölçü edinmeyen de...
Allahın büyük lütuflarındandır kitap göndermesi de...
Vahye nankör...şirke düşer amellrine ecir ödül verilmez...Nanakör olma vahye...ammellerin ödülük olsun...Hz İbrahimin amelleri ödüllük ama Nemrudun aynı amelleri cezalık...Ampulü buldu edison ama bu ameli cezalık...ampülü ihlaslı muvahhid biri bulsaydı ödüllük olurdu...bu varlıkta esasböyle kural böyle...amaç Rab olacak insanı Rabtandolayı sev...insanahizmet cezalıktır veya ödüllüktür...aynı amel müşrike cezalık...nükler müşrike buldüğü için cezalık ama muvahhid bulsa ödüllük bu varlığın kuralı bu...müşrik kendi kini için kullanır nükleri muvahhid Allahın kahrı için...öldürmek sevab kazandırır muvahide müşrike ise ceza...bu varlık müşriki sevmez..aynı ameli muvahhid yapsa ödül verir melek yapsa ne eza verir ne ödül...niyettir ölçü...Alahınkahrına esmasına kul ol ama Muvahhidsen müşriksen yat uyu yatıp uyuyan muvahhid olamaz...Muvahhid yorulmaz...yorulan usanan müşriktir...melek de yorulmaz...müşrik yorulur gerek duymaz silah üretmeye ama muvahhid "el-Galibe kul olmak için silah geliştiir..aklını kullanır emek eder...emekten kaçana muvahhid deme...müşrik o tevbe edinceye kadar müşrik...
Vahye nankör şirke düşer cezası bu...Tevbe et vahyi doğru anla...muvahhid melek gibi hep görevden göreve koşar...yorulan bilsin ki müşriktir...Müşrikin muvahhidden farkı bu.tatilcidir müşrik...görevden kaçar asker kaçağıdır vatanı seven askeden kaçmaz Allahı seven de görevden göreve koşar ve yoruldum demez...aşkı olan yorulmaz çünkü...
Vahye nanakör olma...
Nisa/163﴿Biz Nûh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve İbrâhim’e, İsmâil’e, İshak’a, Ya‘kūb’a, torunlara, Îsâ’ya, Eyyûb’a, Yûnus’a, Hârûn’a ve Süleyman’a vahyettik. Dâvûd’a da Zebûr’u verdik. ﴾164﴿
Bir kısım peygamberleri sana daha önce anlattık, bir kısmını ise sana anlatmadık. Ve Allah, Mûsâ ile gerçekten konuştu. ﴾165﴿
Müjdeleyen ve uyaran peygamberler gönderdik ki, insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı tutunacak bir delilleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.
Tefsir (Kur’an Yolu)
Diğer gayri müslimler ve inkârcılar yanında Ehl-i kitabın da hem birbirine hem de İslâm’a olumsuz bakışları, Allah nezdinde geçerli bulunan imana nisbetle yanlış veya eksik bir inanç içinde bulundukları, bunlardan bir grubun, Hz. Peygamber’e gökten bir kitap indirilmesini istedikleri yukarıda geçen âyetlerde zikredilmişti. Özellikle Ehl-i kitap’tan olanların bu taleplerinde ne kadar haksız ve çelişkili olduklarını açıklamak üzere bu âyetlerin geldiği anlaşılmaktadır.
Hz. Peygamber’in şahsında Ehl-i kitaba şu gerçekler hatırlatılıyor: Din, Allah’ın peygamberlerine vahyederek bildirdiği bilgi ve öğretiler bütünüdür. Ellerinde bulunan kitaplarda hem vahiyden hem de peygamberlerden söz edilmiş, kendileri de bunlara inanmışlardır. Muhammed Mustafa da diğerleri gibi bir peygamberdir. Ona gelen Kur’an da, diğer peygamberlere gelen Tevrat, Zebûr, İncil gibi bir ilâhî kitaptır. Aslında kendileri kitaplarında bunların çoğunun isimlerini buldukları ve bildikleri halde daha önce okuma-yazma öğrenmemiş bulunan son peygamberin bunlardan haberi yoktur. Ona peygamberleri de, kitapları da bildiren, öğreten Allah’tır. Diğer peygamberler nasıl ümmetlerine hem müjdeler hem de uyarılarla gelmişlerse son peygamber de öyle gelmiştir. Bu arada kendilerini de uyarmış, iman etmedikleri takdirde uğrayacakları âkıbeti, “bilmiyorduk, haberimiz olmadı” deme imkânlarının da bulunmayacağını bildirmiştir.
Allah Teâlâ insanlara gerektiği kadar peygamber göndermiştir, ayrıca her insan topluluğunda onlara yol gösteren rehber kulları vardır (Ra‘d 13/7). Ancak peygamberlerin tamamının isimlerini Kur’an’da saymamış, müslümanların bilmelerinde fayda gördüğü peygamberleri yeteri kadar zikretmiş ve faaliyetleri hakkında bilgi vermiştir. Burada isimleri sayılan peygamberlerden başka (bu âyetin vahyedilmesinden önce) Hûd, Sâlih, Şuayb, Zekeriyyâ, Yahyâ, İlyas, Elyesa‘, Lût gibi peygamberlerden söz etmiştir. Hadislerde peygamber oldukları zikredilen Hâlid b. Sinân el-Absî gibi isimler de vardır (âyette geçen Dâvûd peygamber için bk. Bakara 2/251, Sâd 38/17 vd.; Zebûr hakkında bilgi için bk. Enbiyâ 21/105).
Allah Teâlâ’nın Hz. Mûsâ ile konuşması, Şûrâ sûresinde (42/51) açıklanan “konuşma yolları”ndan birisiyle; yani “perde arkasından konuşma” yoluyla gerçekleşmektedir. Bu konuşmada melek aracılığı yoktur, doğrudan kalbe ve zihne iletilme de yoktur, konuşan gözükmeksizin “bir söyleme ve anlama” vardır. Söyleyen, konuşan Allah olduğuna göre elbette burada, insanlar arasındaki konuşmada olduğu gibi araçlar, sesler ve harfler mevcut değildir. Allah Teâlâ’nın kelâm (konuşma) sıfatının eseri ve tecellisi olan, bu sıfatın açıklama iradesini yerine getirmek üzere muhatabıyla keyfiyetsiz olarak ilişki kurması (taalluk) sonucunda –Allah bakımından değil, kul bakımından yeni oluşan– bu olay, melek aracılığı ile olduğunda Cebrâil’e nasıl ulaşıyorsa, onun aracılığı olmadan peygambere de öyle ulaşmaktadır; çünkü yaratılmış olmak, Allah’ın bir sıfatı olmamak bakımından bu ikisi arasında bir fark yoktur (Allah’ın konuşması konusu hakkında ayrıca bk. “Tefsire Giriş” bölümünün “I. Kur’an-ı Kerîm, A) Tanımı ve Özellikleri, 2. Vahiy” başlığı; Nisâ 4/164; A‘râf 7/143-144).
“İnkârcıların ve itaatsizlerin bahanelerini ortadan kaldırmak” ve “Bize bilgi gelmedi, uyarılmadık” diye kendilerini savunmalarına imkân vermemek için peygamberlerin gönderilmiş olması, peygamberler gelmediği dönemlerde yaşayan veya bulundukları yer ve durum itibariyle peygamberlerin tebliğlerini alamamış, bunlarla yeteri kadar ilişki kuramamış bulunan insanların sorumluluklarını akla getirmektedir. Bu konu İslâm düşüncesinde tartışılmış; a) “Allah’ı bilme ve O’na inanma dahil hiçbir sorumluluk bulunamaz; çünkü insan aklı bunlar için yeterli değildir”, b) “Allah’ın varlık ve birliğini bilmek ve O’na inanmak yükümlülüğü vardır”, c) “İmana ek olarak aklın iyilik ve kötülüğünü bilebileceği birçok davranışıyla da yükümlülük vardır” şeklinde üç görüş ortaya çıkmıştır. Bunlardan ilk ikisi Ehl-i sünnet’e ait olup ikincisi orta yolu temsil etmektedir. Bu tartışma “peygamberi görmemiş, davetini işitmemiş, onunla yeteri kadar ilişki kuramamış” insanlarla ilgilidir. Hz. Peygamber’in davetini işittikten, onunla uzun zaman yaşadıktan, itiraz edip cevap aldıktan sonra hâlâ inkârda ısrar edenlerin, kezâ daha sonraki asırlarda dünyaya geldiği halde hak dini sahih bir şekilde (aslına uygun olarak) işittiği ve bildiği halde imana gelmeyenlerin sorumlu olacakları hem akıl hem de bu âyet ve benzeri nakil yollarıyla anlaşılmaktadır.(Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 182-184)